Deizm nedir? Deizm neden yaygınlaşıyor? Deizm inancı ve felsefesi nedir?

Son yıllarda ülkemizde sıklıkla duymaya başladığımız ve her yaştan ve farklı çevrelerden insanlar arasında ama özellikle 14-20 yaş arası gençler içinde popüler hale gelen bir kavram, deizm. Ancak deizmin popüler olduğu oranda doğru bilindiğini

ve anlaşıldığını söylemek oldukça güç. Birçok araştırmacının da ifade ettiği gibi deizmin gerçekte ne olduğu ya da hangi sebeplerden dolayı ortaya çıktığı ile ilgili net bir tarif yapmak kolay değildir. Yapılacak tarifler, deizme bakış açısına göre değişiklik gösterecektir.

Günümüzde deizm denildiğinde en yaygın şekilde anlaşılan şey, felsefi açıdan evreni yaratan ama evrene ve yarattıklarına müdahil olmayan bir Tanrı inancı, popüler açıdansa herhangi bir dinî inancın reddedilmesidir. Aslında her ne kadar kavram olarak hayatımıza yeni girmiş olsa da deizm denildiğinde yaygın olarak anlaşılan şeyin yeni olmadığını bilmek gerekir. Çünkü dinin gerçekliği hakkında şüphe duyma ya da başka bir ifadeyle herhangi bir dine aidiyet duymadan doğrudan Allah’a inanma meselesinin geçmişten günümüze uzanan bir anlayış olduğu söylenebilir.

Deizm sonuçtur. İnsanların kendilerini deist olarak tanımla-malarına sebep olan nedenlere inmek ve bu nedenleri sorgu-lamak gerekir. Bu nedenler ile yüzleşmeden, İslam’ın ne ol-duğu ve ne olmadığı üzerine gerektiği gibi düşünmeden söz konusu probleme yönelik kalıcı ve etkili çözümler üret-mek mümkün olmayacaktır. Bu noktada her anlamda gele-neksel dinî kültürümüzü tenkit zarureti göz ardı edilmemeli-dir. Öncelikle kendisini deist olarak tanımlayan insanların bu şekilde inanıp düşünmelerinin kendi içinde farklılık gös-terebildiği, bazen tepkisel bazense içinden çıkılamayan dinî ve felsefi problemlere yönelik bir kaçış ya da arayış oldu-ğunu anlamak gerekir. Esasen çoğu zaman da İslam hakkında yeterli bilgi ve birikime sahip olunmaması ya da İslam’ın Kur’an’ın rehberliği ve Hz. Peygamber’in güzel örnekliğin-den ziyade kabaca tabiri ile sağdan soldan duyulduğu oranda bilinip değerlendirilmesinden kaynaklı olduğu söylenebilir.

Din; etkin ve baskın bir unsur olarak geçmişten günümüze kadar bu toplumun mayasında var olagelmiştir. Ancak dinî bilgi ve birikimimizin doğru ve geçerli olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Toplumdaki yaygın dinî bilgi ve kültür genellikle aile ya da mahalle çevresinden veya eğitim sistemimizdeki yetersiz ve ezbere dayalı bilgilerden oluşmaktadır. Çoğu zaman dinde olmayan birçok unsur, dinin kendisinin önüne geçebilmekte ya da geleneksel kabuller, dinin kendisinden daha fazla ilgi ve itibar görebilmekte.

Bu durumun pek çok nedeni olmakla birlikte, insanların önemli bir çoğunluğunun dinini doğru anlamak ve öğrenmek için gerektiği gibi çaba göstermemesi en öncelikli nedenlerden biridir. Öte taraftan bir şey suistimal edildiği oranda gözden ve değerden düşer. Dinin de başına gelen budur. Siz, insanları din ile dövmeye ve yormaya başlarsanız insanlar da din ile kendi aralarına mesafe koymaya başlarlar. Siz, dinin birleştirici yönünü dışarıda bırakarak onu ayrıştırma unsuru olarak kullanırsanız insanlar bunun faturasını size değil dine keserler.

Ülkemizde kendisini deist olarak tanımlayan insanların gerçek oranını belirlemek kolay değil. Bunun iki nedeni var. Birincisi bu konuda bilebildiğimiz kadarıyla çok ciddi bir çalışma olmaması, diğeri ise popüler anlamda anlaşıldığı şekli ile aslında bir nevi deist gibi yaşayan ancak kendisini Müslüman olarak tanımlayan ciddi bir kesimin varlığı. Yani dine inanan ancak dini hayatında belirleyici kılmayan insanlar da hesaba katıldığında sorunun sadece kendisini deist olarak ifade eden kişiler ile sınırlı olmadığı görülmektedir.

Deizm, kökeni itibarıyla Hıristiyanlık içindeki bir tartışma ve ayrılmadır. Batı düşüncesindeki deizm, Hıristiyanlığın temel inançlarındaki sapmalara ve Kilise’nin dünya işlerine yönelik hırs ve politikalarına dayanır. Bir günde çıkmış bir tepki değildir. Tarihsel arka planı vardır. Hıristiyanlıktaki deizm, Hıristiyanlığı bilmekten; İslam’daki deizm ise İslam’ı bilmemekten kaynaklanır.

Bu yüzden Hıristiyanlığın deizm gibi bir probleminin olması kendi içinde anlaşılabilir ancak İslam inancı açısından deizm gibi bir problem söz konusu değildir. İslam’daki deizm problemi dinin kendisinden değil, ağırlıklı olarak din adına uydurulan kabullerden ve bazı Müslümanların uygulamalarından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla İslam’ın yanlış anlaşılması ve uygulanmasının özellikle gençleri sürükleyeceği şey ya ciddi bir umursamazlık ya ateizm ya da deizmdir.

Bugün ülkemizde deist olduğunu ifade eden gençler başta olmak üzere insanlar, din adına uydurulan şeylerin dinin kendisinin önüne geçmiş olması sebebiyle dine karşı tepki duymakta, bazen etrafından duyarak bazen internetten görerek ya da aldığı bir felsefe dersinde dikkatini çekerek “Deizm eşittir dinin reddedilmesi ise ben deistim.” demektedir.

Yoksa çoğu kişi “Deizm nedir, ne değildir, ne oranda kendi içinde tutarlıdır ya da tarihte deist oldukları kabul edilen kişilerin geleneksel dinlere yönelttikleri itirazlar nelerdir ve bu itirazlar İslam açısından da geçerli midir, değil midir?” gibi soruları ciddi anlamda araştırmış değildir.

Bugün yaygın olarak anlaşılan ve yaşanmaya çalışılan din anlayışına bakıldığında dini, insan aklına ve yaratılışına uygun bir sistem olarak değerlendirmek çok zordur. Bu zorluk ve gerçek İslam hakkındaki bilgisizlik sebebiyle gençlerin ateizm ya da deizme yönelmelerini anlamak ise zor değildir. Deizmi ortaya çıkaran ve popülerleştiren temel nedenlere değinmek meselenin daha net anlaşılması açısından yerinde olacaktır.

İslam Hakkında Bilgi Yetersizliği

Özellikle gençlerin kendilerini deist olarak tanımlama nedenlerinin başında, İslam hakkındaki bilgi yetersizliği gelmektedir. Girişte de kısaca değinilmeye çalışıldığı gibi halkın önemli bir kısmının İslam dini hakkındaki bilgileri ya çok yetersiz ya da bu bilgiler İslam’ın özünden, en temel kurucu değerlerinden ve insan yaratılışına uygunluğundan son derece uzak bilgilerdir. Esasında bu durum günümüze özel bir durum değil. Tarih boyunca geniş halk kitlelerinin din hakkındaki bilgisi ve dine olan ilgisi de aşağı yukarı günümüzdeki gibi daha ziyade geleneksel kabuller üzerinden şekillenmektedir.

İnsanların tamamından dini eşit seviyede ve bilgelik derecesinde öğrenmesini, uygulamasını beklemek çok gerçekçi olmasa da en azından asgari gereklilikler ve en temel konular hakkında bilgi sahibi olunabilmesi, din adına uydurulan ve dinin kendisini gölgede bırakan konulara karşı insanların belirli bir bilinç seviyesinde olmalarını sağlayacaktır.

Örneğin İslam dininin kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’in mesajlarının anlaşılarak okunması, mevcut soru ve sorunlara karşı referans alınması asgari gereklilik olmalıdır. Bazı meallerdeki tercüme hatalarının, yanlış anlaşılmalara ve insanların Kur’an’a şüpheyle yaklaşmalarına sebep olduğu görülebilmektedir. Ancak bu sorun, aşılamayacak ya da çözümü olmayan bir mesele değildir. Orijinal metne sadık ve güvenilir mealler üzerinden pekâlâ insanlar Allah’ın tüm insanlığa hitap eden evrensel mesajlarının neler olduğunu okuyup anlayabilirler.

Takıldıkları noktalarda da bu konuda uzmanlık sahibi, bilgi ve tecrübesine güvenilebilecek kişilerden destek alabilirler. Özellikle gençler, hem ebeveynlerinin hem de dini konularda bilgi sahibi olduğu kabul edilen bazı kişilerin dini konulardaki açıklamalarını tutarlı ve tatmin edici bulmuyorlar. Birçok soru ve sorun karşısında çaresiz kalındığını ve bu soruların cevapları olmadığını düşünmeye başlıyorlar. Bu durum, özellikle gençlerin İslam inancını anlaşılması ve yaşanılması mümkün olmayan bir inanç olarak değerlendirmelerine neden olabiliyor. Doğru sorulara, tutarlı ve tatmin edici cevaplar vermenin önemi burada da kendisini hissettiriyor. Dini konulardaki sorulara ancak Allah’ın vahyinden hareketle doğru ve tatmin edici cevaplar verilebilir. Geleneğin kendi içindeki tutarsız tarafları, insanları ikna etmek ve dini inancı devam ettirmek için yeterli değildir.

Temsil Problemi

Dinî ve manevi duygularımızın oldukça dejenere olduğu bir çağda yaşıyoruz. Benzer durumlarla her dönemde karşılaşılması mümkün ancak belki de içinde bulunduğumuz dönem, bu dejenerasyonun en fazla görünür ve hissedilir olduğu bir dönem. Şüphesiz İslam dini adına örnek Müslümanların varlığı da bir gerçek ancak genel tabloya bakıldığında iç açıcı bir durumda olduğumuzu söylemek biraz güç. Din üzerine bu kadar çok konuşuluyor olmasına ve halkın önemli bir çoğunluğu kendisini dindar olarak görmesine rağmen din adına ortaya konulan söylemler ve eylemler arasında ciddi çelişkiler olabilmektedir.

İslam’ın güzelliklerini temsil etmede ve insanlara örnek olmada ciddi eksikliklerimiz olduğunu itiraf etmek durumundayız. Bu eksiklik de özellikle gençlerin dikkatinden kaçmayan konuların başında geliyor. Bu durumun hiç de hafife alınacak bir konu olmadığını anlamak gerekir. Şüphesiz hiç kimse, İslam dininin temsilcisi ya da yetkilisi değildir. Ancak halkın önemli bir çoğunluğunun dinî konularda söz konusu kişi ve kurumları dikkate aldığını ve onlara itibar ettiklerini unutmamak gerekir.

Geçmişten günümüze her dönemde, değerleri yozlaştıran, sahtelik, yalan ve şekilciliği ön plana çıkartarak din üzerinden güç ve menfaat sağlayan ve insanların duygularını istismar eden kişiler olmuştur. Bugün halen bu türden kişilerin, dinî değerleri kullanarak insanların duygu ve inançlarını kötü niyetlerine alet ettikleri görülmektedir. İslam tarihi boyunca birçok kişi bu türden sahtekârlara karşı insanları uyarmış ve insanların Allah ile aldatılmalarına karşı çıkmışlardır.

İlk İslam filozofu olarak kabul edilen El Kindî (ö. 866) kendi döneminde felsefeye ve bilimsel düşünce ve faaliyetlere karşı çıkanları dini özünden saptırmaya çalışan din tüccarları olarak tanımlamaktadır. Kindî’ye göre bazı kişiler dini, dünyevi çıkarlarına âlet etmek üzere saptırmaya ve özünden uzaklaştırmaya çalışıyorlardı. Çeşitli çevrelerin baskı ve eleştirisine maruz kaldığı görülen Kindî, İlk Felsefe Üzerine isimli risalesinin giriş kısmında “Zamanımızın düşünürü olarak tanındıkları halde gerçekten uzak olanların yanlış yorumlamalarından çekindiğimiz için karmaşık noktaları uzun uzadıya tahlil yerine kısa kesmek zorunda kaldık.” demiş ve ardından söz konusu çevreleri din ticareti yapmakla suçlayarak “Bir şeyin ticaretini yapan onu satar, sattığı ise artık kendisinin değildir.” öncül önermeden hareketle, “Kim din ticareti yaparsa onun dini yoktur.” yargısına ulaşmıştır ki mantık bakımından olduğu kadar din ve ahlâk açısından da doğru bir sonuç olduğu son derece açıktır. Her ne kadar Kindî “eksik zekâlı ve zalim düşman” diye nitelediği kesimin kimliğine dair açık bir beyanda bulunmuyorsa da “Gerçekte varlığın hakikatinin bilgisini (felsefî bilgi) edinenlere karşı çıkan ve onu küfür sayanın dinle bir ilişkisinin kalmaması gerekir.” diyerek kendini savunmuştur.

Görüldüğü gibi çok erken dönemlerden itibaren taklit, şekilcilik ve temsil problemi var olagelmiştir ancak içinde bulunduğumuz dönem geçmişe nazaran bunun en fazla hissedildiği ve kolayca fark edilebildiği bir dönemdir. Dolayısıyla bu konuya azami ölçüde dikkat edilmesi ve her anlamda güzel örneklerin çoğaltılması gerekir.

Küreselleşmenin Etkisi

Küreselleşme, bir nevi uluslararası anlamda bütünleşme olarak tanımlanabilmektedir. Küreselleşmeye, bu durumun neredeyse kaçınılmaz olduğunu göz ardı etmeden ve toptancı bir bakış açısı ile iyi ya da kötü olarak tanımlamalardan kaçınarak yaklaşmak gerekir. Bu bütünleşme ya da alışverişin üretimler, düşünce ve fikirler ya da kültür gibi birçok alanda gerçekleştiği bilinmektedir. Dolayısıyla Müslümanların yoğun olarak yaşadıkları toplumlar da bu süreçten nasibini almış, farklı kültür ve düşüncelerin etkisi altında kalmışlardır. Hatta küreselleşme sürecine yönelik en sert eleştirileri yapan kişilerin dahi farkında olmadan yaşam şeklinden tercihlerine kadar her anlamda küreselleşmenin etkisinde kaldığı görülür. Dolayısıyla bu sürecin kaçınılmaz bir sonucu olarak geleneksel dinî anlayışlar ve insanların dine ve dindarlara bakışlarının da küreselleşmenin etkisinde kaldığı söylenebilir. Bu etkinin hem dine hem de dinî değerlere bakış üzerinde birtakım olumsuz etkileri olduğunu görmek gerekir. Küreselleşmeyi de, olumsuz etkilerini de yok saymak çözüm değildir. Bu etkileri iyi okuyarak olumsuz etkilerini asgari seviyeye indirmenin yolları aranmalıdır.

Eğitim, Kültür ve Toplumsal Alanlardaki Geriliğin Etkisi

Müslümanların ağırlıklı olarak yaşadıkları coğrafyaların eğitim, kültür ve sosyoekonomik anlamda önemli ölçüde geri kalmış olmalarının da özellikle Müslüman gençlerin İslam ile ilgili algılarının olumsuz yönde şekillenmesi üzerinde hatırı sayılır bir etkisi olduğunu ifade etmek gerekir.128 Bu durumu anlamak zor değildir. Hâkim kültür ve medeniyetlerin tarih boyunca her zaman kendi içinde bir cazibesi olduğu bir gerçektir. Dokuz ve onüçüncü yüzyıllar arasında zirvedeki yerini koruyan ve onsekizinci yüzyıla kadar da bir şekilde etkisini hissettiren İslam medeniyetinin, söz konusu dönemlerin cazibesi yüksek kültür ve medeniyeti olduğu bilinmektedir. Bugün de her ne kadar toptancı bir bakış ile değerlendirmek mümkün olmasa da Batı kültür ve medeniyetinin gençler açısından cazibe oluşturduğu söylenebilir.

Durum böyle olunca geri kalmış toplumlar haliyle geleneksel inançlarını da sorgulamakta ve dinin gündelik hayata yönelik bir işlevi olmadığı zannına kapılmaktadırlar. Batı ülkelerinin birçok alandaki ilerlemesini kendi içlerinde yaşamış oldukları dünyevileşme süreçlerine bağlamakta ve klasik bir anlayış olarak dinin gelişmeye, ilerlemeye engel olduğunu sanmaktadırlar. Dinin doğru anlaşılıp yaşanmasının önemi bu konuda da kendini göstermekte ve bu anlamda Müslümanların ağırlıklı olarak yaşadıkları coğrafyaların her anlamda gelişim göstermesi ve ilerlemesinin önemi bir kez daha anlaşılmaktadır.

Adalet, Eşit Haklar ve Gelir Dağılımı Dengesizliğinin Etkisi

Bugün dünya genelinde Müslümanların çoğunluğu oluşturduğu ülkelerde adalet, hak, hukuk ve gelir dağılımı konusunda ciddi sorunların ve ölçüsüzlüklerin olduğu bir gerçek. Kur’an ayetlerinin söz konusu başlıklar ile ilgili apaçık vurgularına rağmen bu durumun kendi içinde ciddi bir tutarsızlık oluşturduğu açık. Ülkelerindeki bu denli hassas konulardaki tutarsızlıkları gören her yaştan insanın ama özellikle gençlerin dine ve dindarlara bakışlarının olumsuz olması kaçınılmaz görünüyor. Liyakat, ehliyet ve emekten çok birilerinin aracılığıyla çeşitli makam ve mevkileri doldurma yarışı ve bu yarışın mağdur ettiği insanların bazı dindarlara kızarak dinle kendi arasına mesafe koyması söz konusu olabilmekte.

Düşünce ve İnanç Özgürlüğünün Etkisi

Müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin önemli bir kısmının düşünce ve inanç özgürlüğü noktasında kırıklarla dolu bir karneye sahip olduğunu itiraf etmek gerekir. İslam’ın bireye bırakmış olduğu özgürlük alanının insanların elinden alındığı ve inancın gereklerinin yerine getirilmeye zorlandığı birçok örnekle karşılaşmak mümkün. Durum böyle olunca hemen her yaş grubundan insan, dini baskı ve zorbalık nedeni olarak görebilmekte, kimisi dini inancı reddetmekte kimisi de dinin dikkate alınmadığı bir yaşam sürmektedir.

İnsan, zorlandığı şeye karşı ister istemez tepki duyar. Tepki duyduğu şey ile arasına mesafe koyar. Belki mecburiyetten bazı şeyleri yerine getiriyor görünür ancak içten içe yerine getirmeye zorlandığı şeye karşı nefret duyar. Bu durum, bazen kişinin kendisine yapılmıyor olsa da başkasına yapılan üzerinden dahi dine karşı ön yargı sahibi olmasına ya da kötü örneklerden hareketle din ile kendi arasına mesafe koymasına neden olabilir.

İnternetin ve Sosyal Medyanın Etkisi

İnternetin ve sosyal medyanın hayatımıza girişi, tahmin edilenin de ötesinde hatta dünyayı internet öncesi ve sonrası şeklinde ikiye ayıracak boyutta bir etki yarattı. Dünya daha da küçüldü ve insanlar çok hızlı bir etkileşim içine girdiler. Her türlü akım ve görüş, çok daha hızlı biçimde yayılmaya başladı. Farklı inanç ve düşünceler bu mecralar üzerinden kendilerine alan buldular. Özellikle 2000 yılından sonra dünyaya gelen bebekler, internetin ve sosyal medyanın yayılmaya başladığı bir dünyaya gözlerini açtılar. Bilgi kaynakları daha ziyade bu mecralar üzerinden gerçekleşti. Kendisine ana akım medyada yer bulamayan görüşler, internet ve sosyal medya üzerinden örgütlenerek propagandalarını gerçekleştirdiler. Ateizm, deizm ve new age türü akımlar ile radikal dinî görüşler de bu internet araçlarını etkili biçimde kullandılar.

Durum böyle olunca da her türlü olumlu olumsuz bilgi kolaylıkla ulaşabilir bir hale geldi. Örneğin; din adına uygulanan şiddet ya da baskı içerikli görüntülerin, dinin ticarete alet edildiği manzaraların, ayrıştırıcı ve çatışmacı sert söylemlerin, dinin tabiatına aykırı fetva ve görüşlerin hızlı bir şekilde bu mecralarda yayılıp insanların dine karşı olumsuz bir tavır takınmalarına neden olduğu görüldü.

Sadece bu akımlar değil, aynı zamanda dünyevileşmeye ve tüketime özendiren kapitalist sistem de her türlü propaganda yöntemini en etkili biçimde kullanarak bu mecralarda yer aldı. Dolayısıyla özellikle gençler kendilerini dört bir taraftan kuşatılmış gibi bir kaos ve karmaşanın içinde buldular. Söz konusu mecralardaki doğru ve güvenilir dinî içeriğin yetersizliği nedeniyle de soru ve sorunlarına tatmin edici cevaplar bulmada sıkıntılar yaşadılar.

İnternet ve sosyal medyanın artık hayatın bir gerçeği olduğunu kabul ederek, bu tür mecralar için kaliteli ve nitelikli içerik üretmenin, her yaştan insana özellikle de gençlere ulaşabilmek ve gençlerin sorunlarına sağlıklı çözümler üretebilmek için yatırımlar yapmanın önemini kavramak gerekir.

İslam Karşıtlığının Etkisi

Öncelikle İslam karşıtlığının yeni bir durum olmadığı hatırlanmalıdır. İslam karşıtlığını tarihte çok gerilere götürmek mümkündür. Örneğin, Reformasyon hareketinin mimarlarından Martin Luther’in Türkler ve Müslümanlarla ilgili olumsuz görüşleri onlarca örnekten sadece birisidir. Luther, Müslüman Türkleri Tanrı’nın Hıristiyanları cezalandırmak için gönderdiği bir “bela” olarak tasvir etmiştir. Benzeri birçok yaklaşım Erasmus gibi dönemin önde gelen ve bugün saygıyla anılan isimleri tarafından sergilenmiştir.

Elbette İslam karşıtlığı bugün farklı bir şekilde tezahür etmektedir. O günlerde sıradan Batılı bir insanın Müslüman ile karşılaşma olasılığı çok düşüktü. Müslümanlar hakkında öğrenilenler Doğu’yu ziyaret eden Batılıların yazdıkları ve bu yazarların hayal dünyalarında yarattıklarıyla sınırlıydı.

Günümüzde ise İslam karşıtlığı temelde iki kaynaktan beslenmektedir. Bu kaynakların birincisi, kendini Müslüman olarak tanımlayan kişilerin işledikleri terör eylemleridir. Bu terör eylemleri neticesinde Batılıların zihninde yüzlerce yıldır süregelen “İslam şiddet dinidir.” fikri güçlenmektedir. Maalesef Kur’an’da sadece savunma savaşına izin verilmesine rağmen bu eylemler Kur’an’ı gölgelemekte, İslam’la ilgili yanlış bir imaj sunmaktadır.

Günümüzde İslam karşıtlığını besleyen diğer kaynaksa, Müslümanların eski dönemlerden farklı olarak Batı’da da yaşıyor olmasıdır. Bu birliktelik, bu iç içe olma durumu zaman zaman bazı gerilimleri beraberinde getirmektedir. Batı’ya önce göçmen işçi veya sığınmacı olarak giden Müslümanlar zaman içinde Batı’nın bir parçası olmuş, Batılıların çalıştığı işlerde çalışmaya başlamış, onların faydalandığı imkânlara talip olmuşlardır.

Bu durum, sosyolojide “günah keçisi” denilen teorinin de iddia ettiği gibi toplumsal gerilimi beraberinde getirmiştir. Toplumun maddi olarak sıkıntı içinde olan eğitimsiz kitleleri sosyoekonomik merdivenin altında olmalarından yabancıları sorumlu tutma yoluna gitmişlerdir. Bu durumda Müslümanlar, günah keçisi ilân edilmiş ve sonuçta mevcut İslam karşıtlığı daha da güçlenmiştir.

İslam’ın, mensuplarının sayısı bakımından istikrarlı olarak artan dünya üzerindeki tek inanç sistemi olmasının da İslam karşıtlığı üzerinde etkisi olduğunu unutmamak gerekir. Bu açıdan İslam bir çeşit tehdit olarak algılanmakta ve olabildiğince olumsuz bir tablo üzerinden değerlendirilmektedir.

Durum böyle olunca gerek dünya medyasında, gerekse internet ve sosyal medyada Müslümanlarla ilgili olumsuz propaganda yürütülüyor olmasının da Müslüman gençlerin inançları hakkında şüphe duymalarının sebeplerinden biri olduğu söylenebilir.

İslam karşıtlığını tek başına kınamak ya da protesto etmek, Müslümanlara da, İslam’dan korkan insanlara da bir fayda sağlamaz. İslam karşıtlığının sonuçlarının konuşulduğu kadar nedenlerinin de konuşulması ve böyle önemli bir meseleyi konuşmadan ibaret bırakmayarak çözüme yönelik kısa, orta ve uzun vadeli planların yapılması gerekir. İslam korkusunu ortaya çıkaran nedenlerle yüzleşmeden, İslam’ın ne olduğunu, ne olmadığını tüm imkânları kullanarak insanlara anlatmadan, anlatmakla kalmayıp İslam inancına uygun bireyler ve toplumlar inşa etmeden bu kötü algının yıkılması mümkün değildir. Çünkü İslam’ın aleyhinde çalışanlar, lehinde çalışanlardan çok daha güçlü ve tesirli hareket etmektedir. Onlara, ihtiyaç duydukları malzemeyi bizzat kendi elleriyle veren Müslümanlar da hesaba katıldığında hem kendi içimizde hem de dışımızda bu mücadeleyi vermemiz gerektiğini anlamak zor değildir.

Bugün İslam ülkeleri; bilimde, insan haklarında, ekonomik refahta, mutluluk endekslerinde gerilerde kalmışsa; bu noktada kendimizi eleştirmekten kaçınmamalı, sorunun sadece “Batı tarafından kötü yansıtılmak” olmadığını hatırlamalıyız. Kendimizi eleştirirken bunu Batı veya Batılılar istiyor diye yapmamalı, gerçekten de eleştirinin kendimizi geliştirmemiz için tek çare olduğunu bilerek yapmalıyız.

Terörün ve Şiddetin Etkisi

Barış ve selamet dini olan İslam’ın bugün maalesef terör ve şiddet ile beraber anıldığına tanıklık edilmektedir. Gerçekte Müslümanların binde birinin dahi herhangi bir terör ve şiddet eylemi içinde yer almamasına rağmen tüm Müslümanların bu olumsuz izlenimin mağduru olduğunu ifade etmek gerekir. Buna rağmen her yaştan Müslümanın neredeyse bunu kanıksadığını göz ardı etmemek gerekir. Durum böyle olunca özellikle gençler dini, teröre ve şiddete neden olan bir unsur olarak görmekte ve İslam ile ilgili birçok gerçeği göz ardı etmektedir.

İngiliz gazetesi Independent’ın haberine göre 2001 ile 2015 arasındaki terör saldırılarının sadece yüzde 2’si Batı Avrupa ve Amerika’da meydana gelmiştir. Terör saldırılarının ve yaşanan can kayıplarının ezici çoğunluğu, Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu ülkelerde meydana gelmiştir. Görüldüğü gibi sözde “İslami terör”ün en büyük mağduru Müslümanlardır.

Global Terrorism Index’in raporuna göre, dünyada teröre en çok can ve mal kaybı veren 5 ülkenin 4’ünün çoğunluğu Müslüman, diğerinin de yarıya yakını Müslümandır. Bu ülkeler Irak, Afganistan, Pakistan, Suriye ve Nijerya’dır. DAEŞ ve El-Kaide gibi örgütlerin katlettiği insanların çoğunluğu Müslüman. Şüphesiz her can kıymetlidir ve masumlar arasında Müslüman/Müslüman olmayan gibi bir ayrıma gitmek, hem insanlığa hem de dine aykırıdır. Burada vurgulamaya çalıştığımız sanılanın aksine bu tür örgütlerin daha çok Müslümanları katlettiğidir.

Buna rağmen Batı, medyanın ve sanatın gücünü kullanarak terörün en büyük mağduru olduğu izlenimini yaratmaktadır. Gene bazı Batılılar, İslam’la ilgili algıları da istedikleri gibi şekillendirebilmekte, Müslümanları terörist veya şiddet yanlısı insanlar olarak sunabilmektedirler. Nitekim “Homeland” gibi diziler Müslümanları kolaylıkla teröre ve şiddete meyledebilecek kişiler olarak sundukları için eleştirilmiştir. Gene son yıllardaki birçok dizi ve filmde Müslümanların şiddet ve terör üreten unsurlar olarak sunulduğunu görmek mümkündür. Kuşkusuz medya ve sanatın gücüyle başa çıkmanın en iyi yolu bu konuda yakınmak değil, sanat ve medyanın gücünü kullanarak gerçekte İslam’ın ne olduğunu ve ne olmadığını göstererek insanları doğru bilgilendirmektir.

Dinî Söylemlerin Etkisi

Gerek medya gerek internet videoları gerekse sosyal medya üzerinden gerçekleştirilen çeşitli yayın ve tartışmalarda kullanılan dilin; son derece sert, katı ve ayrıştırıcı olması, kimi vaazlarda kullanılan üslubun İslam’ın kurucu değerlerinden uzak kalması gibi etkenlerin de özellikle gençlerin dine bakışı üzerinde olumsuz bir etki yarattığını görmek gerekir.

Her fırsatta sözün gücüne ve güzel sözün önemine vurgu yapan ayetler ile dolu Kur’an-ı Kerim gibi bir vahye ve o vahyin vücut bulmuş hali olan peygamberimiz Hz. Muhammed’in tüm insanlık için ortaya koymuş olduğu güzel örnekliğe rağmen dini söylemlerin insan ve Müslüman olmanın gereklerinden uzak kalması dine ciddi anlamda zarar vermektedir. Şüphesiz bu tür söylemlerin nedeni dinin kendisi değildir.

Dolayısıyla dinî söylemlerin olması gerektiği gibi zarafet ve hassasiyet içinde gerçekleşmesi, sorumluluk bilinci ile güncellenmesi son derece önemlidir. İnsanlar ve özellikle gençler günün sonunda sizin ne kadar bilgili ve haklı olduğunuza değil o bilgilerinizi ve haklılığınızı ne oranda nezaketle ortaya koyabildiğinize bakarlar. Bunun yanında gençleri sürekli kınayan, suçlayan ve tehdit eden bir dil kullanmaktan da uzak durmalı, onları içinde bulundukları ve yetiştikleri şartlar üzerinden anlamaya çalışmalı, düşüncelerine önem ve değer vermeli ve onlara samimiyetle yaklaşılmalıdır.

Siyasi Söylemlerin Etkisi

Siyasetin çok konuşulduğu ve günlük hayat üzerinde çok belirleyici olduğu toplumlarda, siyasetçilerin, konuşmalarına ve açıklamalarına son derece özen göstermesi, özellikle dinî söylemleri siyasetlerine âlet etmemeleri gerekir. İslam, her türlü siyasi görüş ve ideolojinin üzerinde bir değerdir. Siyasetçilerin tabii ki kişisel inanç ve kabulleri olabilir ancak onlardan beklenen neye inanıp inanmadıklarından bağımsız olarak görevlerini layıkıyla yerine getirmeleridir. Tarih boyunca din ne zaman siyasete malzeme edildiyse bundan her zaman din zararlı çıkmıştır.

Öte taraftan belirli siyasi görüşlere ya da partilere destek veren kişilerin İslam’ı ya da dinî inancı tekellerine almaya kalkmaları, diğer görüşleri destekleyen kişi ve grupları ise din dışı gibi değerlendirmeleri de toplum üzerinde telafisi mümkün olmayan derin yaralara ve ayrışmalara neden olabilir. Siyasi söylemlerde dinin kullanılmasının, yapılacak her hatanın şahıslara değil dine fatura edilmesine neden olacağı unutulmamalıdır. İnancınızı çok fazla ön plana çıkartırsanız yaptığınız hatalar ya da aldığınız yanlış kararlar sizinle birlikte inancınızın da sorgulanmasına neden olur. Bu yüzden dini, her türlü siyasi tartışmanın dışında tutmak son derece önemlidir.

Dindarlara ve Din Görevlilerine Güvenin Azalması

Bazı kesimlerde toplumdaki dindar ve muhafazakâr kesimin sayısının arttığına yönelik bir algı olsa da esasında bu durumun çok da zannedildiği gibi olmadığı görülmektedir. Dindar kesimin her anlamda toplum içinde daha çok görünür ve etkili olması, bazı kesimlerce dindarların sayısında artış olduğu şeklinde okunmakta. Dindar olduğu kabul edilen kimi kişi ve çevrelerin yapmış oldukları hataların, dine fatura edilebildiği görülmektedir. Muhafazakâr oldukları kabul edilen kimi çevrelerin aşırı lüks ve konfor içindeki yaşantılarının ve görünür olma çabalarının, insanların dine ve dindarlara bakışında olumsuz izler bıraktığı görülebilmektedir. Dinî söylemlerin yapılan işlere ya da alınan görevlere karıştırılmasının da ortaya çıkan her hatadan dinin de nasibini almasına neden olduğu söylenebilir.

Bazı olumsuz örneklerin inanan kesimin tamamını da zan altında bıraktığını ve bu örneklerden hareketle dinin de suçlanabildiği gerçeğini hesaba katarak, görev ve sorumluluk sahibi kişilerin eylem ve söylemlerine son derece dikkat etmeleri gerekir.

Dindarlara ya da din görevlilerine güvenin tahmin edilenden çok daha az olduğunu gösteren çeşitli çalışmalar ile karşılaşmak mümkün. Bunlardan biri, dünya çapında ciddi araştırmaları ile bilinen Ipsos araştırma şirketinin 2018 Ekim ayında toplam 19.587 bireyle 23 ülkede gerçekleştirmiş olduğu araştırmadır. Araştırmada en güvenilir mesleklerin neler olduğu incelenmeye çalışılmış ve söz konusu araştırmanın verilerine göre araştırmaya Türkiye’den katılan kişilerin en güvendiği mesleklerin ilk üç sırasını yüzde 70 ile bilim insanları, yüzde 61 ile doktorlar ve yüzde 59 ile öğretmenler oluşturmaktadır. Listenin sonunda yer alan meslek olarak, yüzde 11 ile politikacılar yer alırken, sondan bir önce yüzde 12 ile din görevlileri yer almaktadır.131 Din görevlilerinin bütün dindarları temsil etmediği gerçeğini hatırlayarak ancak topluma en fazla örnek olması gereken din görevlilerine yönelik neden bu şekilde bir güvensizlik olduğunu da gözden kaçırmadan bu konuda ciddi önlemler alınması gerekir. Bu durumun ciddiyetinin farkına varmak ve nedenlerini ortadan kaldırmak için sistemli bir reform başlatmak gerekir.

Din Bilim İlişkisi

Din ile bilimi karşı karşıya getiren ya da din adına bilime mesafeli duran bazı dinî anlayışlar nedeniyle de insanların bir kısmının bilimi esas alarak, dini dikkate almadığı görülebilmektedir. Oysa din ile bilim birbirlerinin alternatifi ya da ötekisi değil, aksine birbirlerini tamamlayan unsurlar olarak görülmelidir. Bilimsel dayanaklara sahip birtakım görüşleri anlamsız ve gereksiz yere din ile karşı karşıya getirmenin dine bir faydası olmayacağı gibi, bu durum özellikle bilime ilgi duyan insanların da din hakkında olumsuz bir yaklaşıma sahip olmalarını kaçınılmaz kılacaktır.

Bugün ateistlerin ve deistlerin önemli bir kısmının, bilimi kutsallaştıracak derecede önemsediğini söylemek hatalı olmayacaktır. Dinin sanki bilimle ve bilimsel ilerleme ile bir derdi varmış gibi, dini sadece birtakım ibadetlere indirgeyen anlayışların dine zarar verdiklerini görmek zor değildir.

İslam doğru anlaşıldığında Kur’an’ın akla, bilgiye ve bilime verdiği önemin de anlaşılması zor olmayacaktır. Kur’an, inananları dış dünyayı anlamaya teşvik eden ayetler ile doludur. Şüphesiz Kur’an bir bilim kitabı değildir, olmasını beklemek de doğru değildir. Kur’an, bilimsel araştırma ve incelemeye teşvik eden ve Allah’ın doğadaki ayetlerini keşfetmeye yönlendiren ilahi bir beyandır. Dış dünya ne kadar iyi anlaşılırsa, Allah’ın sanatının yüceliği de o oranda ortaya çıkacaktır. İnsanları “ya din ya da bilim” gibi bir çatışma içinde veya seçenek arasında bırakmaktan uzak durmak gerekir.

Günümüz dünyasında Müslümanların önemli bir çoğunluğunun bilimden ve bilimsel bilginin öneminden habersiz oluşu, söz konusu toplumların her anlamda geri kalışlarının önemli nedenlerinden biridir. Siz din adına bilime karşı çıkarsanız birçok insan bu durumu size değil, dine fatura eder. İçinde bulunduğumuz bilim ve teknoloji çağında belki de dine yapılacak en büyük haksızlık ve kötülüklerden biri, dinin hiç de gerekli olmayan çatışma ve karşıtlıkların içine sokulması olacaktır.

İyinin ve Kötünün Bilgisi İçin Dine İhtiyaç Olmadığı İnancının Etkisi

Her yaştan insan ile ama özellikle gençler ile konuştuğunuzda birçok kişinin muhtemelen üzerine gerektiği kadar düşünmediği için din olmadan da iyi ve kötünün bilinebileceğini ifade ettiği görülebilir. Bunun yanında tüm inanç ve dinlerin özünün ve en temel mesajının iyi bir insan olmak olduğu inancından hareketle de “Ben zaten iyi bir insanım ve kimseye bir zararım yok” demek suretiyle dine gerek olmadığının iddia edilebildiği görülmektedir.

Bu noktada ahlâkın kökenine ve din ahlâk ilişkisinin önemine yönelik çalışmalara ihtiyaç olduğu söylenebilir. Bu çalışmaların hem güncel tartışmaları dikkate alan hem de özellikle gençlerin kafasını kurcalayan sorulara ikna edici cevaplar sunan bir içerikte olması gerekir.

Dinin İnsanlığa Faydası Olmadığı İnancının Etkisi

Yeryüzünün hemen her yerinde boyutları ve sonuçları arasında farklar olsa bile, bir şekilde dinî ya da mezhepsel temelli ayrılık ve çatışmaların insanların dine bakışlarını olumsuz etkilediği söylenebilir. İnsanları birleştirmesi, barış ve güven içinde yaşamalarını sağlaması beklenen dinin insanlar arasında savaş ve kargaşanın nedeni olarak görüldüğü örnekler azımsanmayacak kadar çoktur. Öte taraftan toplumların her anlamda geri kalmaları ve içe kapanık olmalarının faturasının da zaman zaman dine kesildiği görülmektedir.

Sayılabilecek birçok nedenden ötürü dinin insanlığa faydası olmadığı yönünde bir anlayışın, dine mesafeli olan ya da herhangi bir dinî inanca sahip olmayan insanlar arasında yaygın olduğu söylenebilir. Dolayısıyla dinin ne olduğunun ve ne olmadığının doğru anlaşılıp kavranması, insanların dine yaklaşımı üzerinde belirleyici olacaktır. Bu noktada dinin önem ve gerekliliğinin ortaya konulması ve insanların kafalarındaki kuşkuları giderecek şekilde çalışmalar hazırlanması gerekmektedir. Güncel sorunlara, güncel çözümler üretmek ve özellikle gençlerin kafasını kurcalayan meselelere, mantıklı ve tutarlı şekilde açıklık getirmek gerekir. Dinin zannedilenin aksine kuşatıcı ve birleştirici yönünün vurgulanması, insanları iyi ve güzel olana teşvik ediyor olması, barış, güven ve kardeşlik duygularını pekiştirici etkisinin hissedilmesi gerekir.

Dinde Olmayan Haramların Üretilmesinin Etkisi

Dinde olmayan birtakım şeylerin insanlar tarafından haram kılınmasının ve bunu yaparken Kur’an dışı bazı kaynaklara referans veriliyor olmasının da önemli bir sorun olduğunu görmek gerekir. Özellikle gençler arasında; müzik, heykel, resim, dövme yaptırmak, evde köpek beslemek, tavla ve satranç oynamak ya da midye ve karides yemek gibi mezhep ya da rivayet temelli yasaklara yönelik çeşitli tepkilerin oluştuğunu görmek mümkündür.

Allah ve din inancı olan, aynı zamanda müzik tutkusu bulunan birine esasında dinde böyle bir yasak olmamasına rağmen müziğin haram kılınması durumunda bu kişi ya dini ya da müziği tercih etmek gibi anlamsız bir duruma zorlanır. Böyle bir durumda müziği tercih eden birinin dinle arasına mesafe koyması ya da dini tercih etse de müzik tutkusunun kendi içinde bırakacağı yaradan dolayı dini suçlaması kaçınılmaz olacaktır. Dinin asıl amaç ve hedefinin göz ardı edilerek, dinde olmayan kurallar üzerinden insanların hayatlarını yaşanmaz ve çekilmez bir hale getirmek dine hizmet etmeye değil aksine zarar vermeye neden olur.

Dinde Olmayan Detaylar ile Dinin Zorlaştırılması

İnsan aklına ve tabiatına son derece uygun olan bir inancın anlaşılmaz, yaşanılmaz ve içinden çıkılmaz bir hale getirilmesi durumunda, ister istemez insanlar “Ben ne yapsam da bu dinin gereklerini yerine getiremem. İyisi mi hayatımı yaşamaya bakayım.” diyebilir. Allah’ın hakkında kesin hüküm indirmeyerek insanın özgür iradesine bıraktığı konuların dinî bir konu haline dönüştürülmesi ve dinde olmayan helal ve haramlar üretilmesi durumunda insanlar dini zor ve yaşanılmaz bulabilir. Durum böyle olunca da üretilen bu yeni din anlayışı, insanları yıldırıp yorabilir. Tabiatı ile oynanmış dinin faturası gene dine kesilir. İnsanlar böyle bir dine inanmaktansa inanmamayı tercih edebilir.

Eğitim Sisteminin ve Özellikle Din Derslerinin Gençleri Tatmin Etmemesi

Eğitim sisteminin baştan aşağı gözden geçirilmesi, etkili ve kalıcı reformlarının yapılması, ezbere dayalı olmak yerine düşünmeye ve sorgulamaya teşvik eden bir yapıya dönüşmesi son derece önemli ve gereklidir. Din derslerinin gençleri tatmin etmekten uzak, kalıplaşmış ve ezbere dayalı bilgilerden oluştuğu artık görülmelidir. Bu dersleri veren öğretmenlerin dinî konuları anlatırken birçok zorlukla karşılaştığı ortadadır. Kendi çabası ve özverisi ile gençlerin sorunlarına yönelik etkili çözümler üretmeye ve bu konuda duyarlılık ve sorumluluk bilinci ile hareket etmeye gayret eden öğretmenlerimizi dışarıda tutarak, bir kısım öğretmenimizin üstlendikleri büyük sorumluluğu sadece bir mesleki gereklilik olarak gördüğünü ve kendilerinin bile dinî ve manevi anlamda bir motivasyon ya da etkileyici bir duruşa sahip olmadığını fark etmek gerekir. İmam Hatip okulları ve İlahiyat fakültelerinde dahi benzer durumların görüldüğü bilinmektedir. Söz konusu derslerin her anlamda yetersiz oluşu, dinî konulardaki soru ve sorunlarının cevapsız kalışı nedeniyle gençlerin bir çıkış yolu olarak deizme kayabildikleri ve din ile ilişkilerini bu şekilde sonlandırabildikleri görülmektedir. Dolayısıyla her alanda ama konumuzla ilişkili olması nedeniyle özellikle din alanında ders veren öğretmenlerimizin son derece donanımlı olmaları, gençlerin dilinden anlamaları, onlar ile sağlıklı bir iletişim kurabilmeleri, onları önemsemeleri ve bu konuda kayda değer bir hassasiyete sahip olmaları gerekir. Bu ise din derslerinin sayısını artırmakla değil ancak içeriğini ve niteliğini gözden geçirmekle, yapılması gereken yenilikleri yapmakla gerçekleşebilir.

Dinin Sorumluluk Yüklüyor Olması

Kendilerini deist olarak tanımlayan kişilerin bu eğilimlerinin nedenini sadece dış etkilere bağlamak haksızlık olur. Genelleme yapmak doğru olmasa da kendisini deist olarak tanımlayan kişilerin bir kısmının, dinin beraberinden getirmiş olduğu sorumluluktan bir anlamda kurtulma arayışıyla deizmi benimsediği söylenebilir. Dinî buyruklar kişinin bireysel hayatı üzerinde belirleyicidir. İnanan bir insandan, inandığı dinin gereklerini yerine getirmesi beklenir. Tam da bu noktada dinî sorumluluklardan bir anlamda kurtulmanın ve bunun için de birtakım gerekçelere sığınmanın bir neticesi olarak bazı kişiler kendilerini deist olarak tanımlayabilmekte ve herhangi bir dine inanmaya gerek olmadığını düşünebilmektedir.

Emre Dorman