Hayatın anlamı nedir? Hayatın bir anlamı var mı? Müslümanın hayata bakışı nasıl olmalı? İslam’da hayatın önemi nedir?

Muhtemelen hayatın anlamının ne olduğu sorusu, tarih boyunca insanoğlunun sorduğu en kadim varoluşsal soruların başında gelmektedir. Bu soruya verilecek cevap kaçınılmaz olarak insanın varoluşuna yüklediği anlam ile şekillenecektir. Şüphesiz hayata farklı anlamlar verilebilir ama bu, hayata verilen her anlam ve hayatı her yorumlama biçiminin eşit derecede değerli olduğunu göstermez.

Herkesin anlamı kendine göre değerli olabilir ama bütün anlamların eşit derecede değerli olması mümkün değildir. Örneğin ırkçılık gibi bir durumu düşündüğümüzde, ırkçılık yapan kişi ya da gruplar açısından bu tutumları hayatlarının anlamı ve en değerli amacı olabilir. Irkçılık yapan kişi ve gruplar hayatlarının anlam ve amacını başka ırktan insanlara acı çektirmek, evlerini yakıp yıkmak olarak belirleyebilirler.

Hayatını sadece vücut geliştirmeye ya da nükleer bomba geliştirmeye adayan biri ile hayatını hastalara faydalı olmaya, kansere çare bulmaya adayan bir kişinin anlam ve amacı eşit değerde görülemez. Örnekler çoğaltılabilir. Hayatın anlamı nedir? Bu soru, genellikle üzerine gerektiği gibi düşünülmediğinden pek çok kişi tarafından önemi fark edilemeyen bir sorudur. Buna rağmen bir şekilde cevabı aranan ya da tatmin edici bir cevap bulunamadığında üstü örtülen ama her an tetikte bekleyen en temel varoluşsal sorulardan biridir. Bu, aynı zamanda herkesin nasıl var olduğuna, hayata, hayattan beklentilerine, ölüme ve ölüm sonrasına bakışına göre cevaplayabileceği bir sorudur.

Etrafımızdaki insanlara baktığımızda herkesin kendince çıkardığı bir anlam vardır hayattan. Bu anlama göre şekillenen amaçlar vardır. Genellikle aile, arkadaş çevresi, iş yerindeki kariyer, anlık hazlar ve zevkler insanların amaçlarını belirler. Kimi insanlar ise hayatları boyunca bir kez olsun yaşadığı hayatın bir anlamı olup olmadığını sormamıştır kendine. Sudan çıkmış balık gibi kıvranıp durur, “Sizce hayatın anlamı nedir?” gibi bir soruyla karşılaştığında çoğu kimse. Bir anlamda akışına bırakmıştır hayatı. Çünkü kendisi de farkındadır; neyi, nedeni ve nasılı sorgulamak biraz yorar insanı.

Dolayısıyla her ne sebeple olursa olsun bu gibi temel meselelere aldırış etmeden gününü yaşamak kolay gelir çoğu kişiye. Oysa insan, hayatta bir amacının olması ya da neden var olduğunu sorgulamasıyla diğer canlılardan ayrılmalıydı. En küçüğünden en büyüğüne kadar insan dışındaki tüm canlılar için temel olan şey yemek, üremek ve hayatta kalmaktır. Oysa insan dediğimiz varlığın bunların üzerinde bir amaç ve arayışı olmalıdır.

Bu amaç onu anlamlı kılıp diğer canlılardan ayırmalıdır. Biyolojik varlığı değildir insanı insan yapan. Öyle olsaydı kendisi gibi sayısız biyolojik varlıktan hiçbir farkı olmazdı. O halde insan “Acaba tüm bunların anlamı nedir?” diye sormalı. Dini bakış açısına göre ise hayatın anlamı; en başta Allah’a sonra da Allah’ın yarattıklarına karşı görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmek, duyarlı ve insan onuruna yaraşır bir hayat sürmek, erdemli, ahlaklı, iyi ve yararlı işlerin öncüsü ve destekçisi olmak, yaratıcının yine bizim iyiliğimiz için bizden istemiş olduklarını içten ve samimi bir şekilde hayata taşımak olarak tarif edilebilir.

Şüphesiz hayatın anlamına dair farklı cevaplar bulunabilir ya da insanın hayata dair sahip olduğu anlam zaman içinde değişikliğe uğrayabilir ancak aklını ve vicdanını köreltmedikçe, amaçsız ve anlamsız yaşayamaz hiç kimse.

Bir sokak röportajı yapıp insanlara “Hayat nedir?” ya da “Hayatın anlamı nedir?” türünden bir soru sorsak muhtemelen alınacak cevaplar arasında; hayatın bir çeşit oyun, belki bir hikâye veya bir tür eğlence olduğu söylenecektir. Kimilerine göre de hayat bir tür görev ya da maceralı bir film gibidir. Belki kimileri için hayatın anlamı Allah, din ve ahirettir. Bazı insanlar da hayatın anlamının aile, eş, çocuklar ya da dostlar ile iyi vakit geçirmek olduğunu söyleyecektir. Kimi insan için onurlu bir yaşam, kimi için sanat olacaktır. Kimi hayatın anlamını hazlarda kimisi de en yüksek ruh durumuna ulaşmakta bulacaktır. Hayatın anlamı kimine göre yeni şeyler öğrenme, kimine göre karizma ya da kariyer kimine göre de aşk olacaktır. Kimi hayatın anlamını sağlıklı ve uzun bir yaşamda kimisi de gezip görmekte ve yeni yerler keşfetmekte bulacaktır. Kimileri de hayatın bir anlamı olmadığını savunacaktır.

Muhtemelen günümüz insanının en temel inanç problemi, Allah’ın varlığı yokluğu meselesinden çok, Allah hakkında doğru bir anlayışa sahip olunmamasıdır. Yani Allah’ın varlığına inanmamıza rağmen çoğu zaman sanki Allah yokmuş gibi yaşamamızdır. Bu durum da en az yaratılışın bunca mucizevi deliline rağmen bir yaratıcının varlığının inkâr edilebilmesi kadar hayret edilecek bir durumdur. Allah’ın varlığının yaşamımız üzerinde kayda değer bir etkisinin bulunmamasını, birilerinin bir yerlerde bulunuyor olması gibi Allah’ın da öylesine bir yerlerde bulunuyor gibi algılanmasını anlamak mümkün değildir.

Allah ya var ya da yoktur. Yoksa zaten mesele yoktur. Değişen ya da değişmesi gereken bir şey de yoktur. Ama varsa ve buna inanıyorsak sanki yokmuş ya da varlığı önemsizmiş gibi davranmamız mümkün değildir. Allah’ın varlığına inanıyorsak Allah’tan daha önemli hiç kimse, hiçbir şey olamaz hayatta. Tüm yaşam, o yaşamı verene göre yaşanır.

İnsan için dünya hedeflerinin en büyüğü Allah’ın rızasının en güzel şekilde kazanılmasıdır. Tüm planların bir gün yok olacaklar üzerine kurulması son derece anlamsızdır. Ancak Allah varsa anlam vardır. Değer vardır. Her şey Allah’ın varlığı ve rızasıyla anlam ve değer kazanır. Nefsimizi hayatımızın merkezine koyarak kendi kurallarımıza göre bir hayat yaşayamayız. Allah’ı bırakarak nefsimize tapamayız. Hayatın kurallarını, hayatı veren belirler. Hayatı veren Allah’tır ve hayat O’nun kurallarına göre yaşanır. Hayat nefis merkezli değil, Allah merkezli olmalıdır.

İnsan başta olmak üzere her güzel şey ancak Allah varsa anlam ve değer kazanır. Allah’ın var olmadığının düşünüldüğü bir dünyada, her uğraş anlamsızlaşır. Sanat, politika, felsefe ve spor gibi her insani uğraş anlamsızdır. İnsanlık tarihindeki tüm kahramanlıklar ve fedakârlıklar da boşa çıkacaktır. Çünkü yok olup gideceklerdir. Allah’ın olmadığı bir hayatta insan, devasa evrende bir kıvılcımdan ibarettir. Dinin sunduğu paradigmada Allah varlığın merkezindedir. Allah insanı yaratmış, onu isteyerek bilinç ve irade sahibi olarak var etmiş, doğayı ve diğer canlıları da emrine vermiştir. Kuşkusuz bu, insanı değerli gören bir anlayıştır. Sahip olduğumuz değeri bize Allah vermiştir. Allah bize akıl ve kavrayış yeteneği vermiş ve bize doğru yolu göstermiştir. Bu gerçek karşısında şükredici ya da nankör olması ise insanın kendi tercihine kalmıştır. Allah bize o değeri vererek bizi, anılmaya değer bir varlık haline getirmiştir. Allah o değeri vermese insan anılmaya değer bir varlık değildir.

Öte yandan bu paradigmaya karşı geliştirilen paradigmada Allah’ın yerini alan insan, merkeze konulmuştur. Artık insan, tesadüfen var olmuş evrende birçok kör tesadüf sonucu oluşmuş bir canlıdan ibarettir. Varlık merdiveninde herhangi bir karıncadan, hamam böceğinden üstte değildir. Şans eseri var olduğu için yine şans eseri onlardan daha iyi çalışan bir beyne sahiptir. Ancak şans eseri olduğu düşünülen evrim süreci farklı gelişseydi, farklı mutasyonlar oluşsaydı insan onlardan daha düşük bir varlık da olabilirdi. Görüldüğü gibi Allah’ın merkezde olduğu bir sistemde insan gerçekten değerli bir varlıktır. Allah’ın olmadığı bir sistemde ise insan, kör

tesadüfler sonucu oluşmuş bir canlıdır ve ancak sıradan bir sivrisinek kadar değeri vardır. Din, insanın hayatına anlam katar. Bize bir amaç verir. Bizi değerli kılar. Allah bizi isteyerek yaratmış, bizi değerli görmüş, bizi dikkate almış, bize doğruyu göstermiş, doğrunun peşinden gitmemiz durumunda önce rızasıyla sonra da cennetleri ile ödüllendireceğini söylemiştir.

Emre Dorman