Geleneksel görüşte ümmi kavramının okuma yazma bilmeyen yani tahsil görmemiş anlamına geldiği kabul edilir. Sözlüklerde de genellikle bu şekilde bir anlam verilmiştir. Oysa bu kelimenin Kur’an’daki kullanımına bakıldığında bu anlamda kullanılmadığı görülebilir. Öncelikle peygamberimizin okuma yazma bilmediği konusunda neden bu kadar ısrar edildiği üzerine düşünmek gerekir. Bu konudaki ısrarın öncelikli nedeni, okuma yazma bilmeyen birinin bu sözleri kendiliğinden okuyup öğrenmesinin mümkün olmadığının gösterilmesi içindir ya da Kur’an’ı kendisinin yazmadığını ispat etmek içindir. Oysa peygamberimizin okuma yazma bilip bilmediği ya da biliyorsa ne oranda bildiği net olarak cevaplanabilecek bir konu değildir. Öte taraftan peygamberimizin yaşadığı dönemin Mekke şartları ortadadır. İçinde bulunulan toplum dönemin ileri medeniyetlerinden biri ya da bir medeniyetin parçası değildir. Daha önce de dikkat çekildiği gibi Ortadoğu, Anadolu ve Mezopotamya bölgesi binlerce yıllık kadim medeniyetlere beşiklik etmiş bir bölgeydi ama Mekke toplumu; Sümer, Babil, Asur, Akad, Hitit, İran gibi binlerce yıllık medeniyetlerin ve daha yakın dönemde Antik Yunan ve Roma İmparatorluğu gibi devletlerin bir devamı ya da uzantısı olmadığı için ilmî anlamda son derece geri sayılabilecek bir toplumdu. Hatta kabileler tarafından idare edilen bir yönetimi mevcuttu. Dolayısıyla Mekke’de, Antik Yunan’daki gibi felsefe okulları ya da Babil’deki gözlemevleri yoktu. İran’ın binlerce yıllık kadim kültürüne sahip bir toplum da değillerdi. Dolayısıyla bir insanın okuma yazma bilse hatta dönemin en ileri medeniyetlerinden birinde yaşıyor olsa dahi Kur’an’ın sözlerini de zaman ve mekân üstü gözlem ve delillerini de ortaya koyması mümkün değildi. Bu yüzden peygamberimizin Kur’an’ı başka bir kitap ya da yazıdan okuyup yazmadığını ispat etmek uğruna onun okuryazar olmadığında ısrar etmenin bir anlamı yoktur. Zaten o dönemde Kur’an tarafından ortaya konulmuş olan gerçeklerin sözlü ya da yazılı olarak bilinebileceği bir kitap ya da kaynak da yoktur. İçinde bulundukları toplumun da dönemin en ileri toplumlarının da entelektüel birikim ya da okuryazarlık anlamında en ileri olan kişileri bile Kur’an’ın tek bir ayeti karşısında aciz kalmaya mahkûmdur. Kur’an’ın bir benzerinin dönemin en ileri kültür ve medeniyetleri tarafından yazılması da mümkün değildir. Dolayısıyla Kur’an’ın ayetleri karşısında zaten herkes acizdir. Bu yüzden mesele okuryazar olup olmamanın çok üstündedir. Öte taraftan Kur’an’ı peygamberimizin yazamayacağı çünkü okuryazar olmadığı konusunda gereksiz ısrarcı olmak sanki okuryazar birinin Kur’an’ı yazabileceğini kabul etmek anlamına gelebilir ki bunun söz konusu edilemeyeceği açıktır. Mekkeli müşriklerin peygamberimizin Kur’an ayetlerini birilerinden öğrendiğine yönelik iftira ve iddialarının nedeni peygamberimizin okuryazar olup olmamasının çok ötesinde daha önce hiç işitmemiş oldukları bu sözlerin peygamberimize ait olamayacağının bilincinde olmaları nedeniyledir. Bu yüzden peygamberimizin mecnun yani cinlerin etkisi altında kalmış olduğunu iddia etmişler ve bu haberleri onlardan almış olabileceği hatasına düşmüşlerdir.
Peygamberimizin kendisine nisbet edilen rivayetlerdeki, hesap yapmayan ve yazı yazmayan ümmi bir toplum olduklarına dair beyanlarının Kur’an kaynaklı olmadığı bilinmelidir. Şayet kendisine peygamberlik geldiği sırada okuma yazma bilmiyorsa da yaklaşık yirmi üç yılda tamamlandığı kabul edilen vahiy süreci boyunca okumayı da yazmayı da öğrenmiş olması gerekir ya da en azından beklenir. Okuma ve yazma öğreneceği dil zaten ana dilidir ve vahiy de o dilde gönderilmiştir. Kendisine gelen ayetleri sözlü olarak okuyup insanlara duyurmasıyla kayıt altına alınan ayetlerin kayıtlarını kontrol edebilecek kadar okuma yazma biliyor olması gerekir. Biliyorsa zaten sorun değildir ama bilmiyorsa da zamanla öğrenmiş olması gerekir. Ayetler yazılı bir belge gibi vahyedilmediği ve peygamberimizin kalbine yani bir anlamda zihnine indirildiği için hiç okuma yazma bilmeyen biri de bu ayetleri kendisine geldiği gibi insanlara duyurup tebliğ edebilir. Çünkü bu konuda Allah’ın koruması ve güvencesi altındadır. Kur’an ayetleri kaleme ve satır satır yazdıklarına yemin etmekte ve bu şekilde yazının önemine dikkat çekmektedir. Kur’an’da vadeli borçlanmaya dönük ticaretlerin yazılıp kayıt altına alınmasını söyleyen ayet varken ve tüm ayetleri bizzat peygamberimiz insanlara tebliğ etmekle kalmayıp aynı zamanda uygulayarak onlara örnek oluyorken kendisinin okuma yazma bilmemesi ya da öğrenmemesi mümkün gözükmemektedir.
Peygamberimizin okuma yazma bilip bilmemesi ayrı, ümmi kavramının Kur’an’daki kullanımlarının hangi anlamlara geldiği ve bu kullanımlar içinde peygamberimizin okuma yazma bilmediği anlamının olup olmadığı ayrı bir konudur. Bu konuda en sık kullanılan ayetlerden birinde peygamberimizin Kur’an’dan önce herhangi bir yazı ya da kitap okumadığı ve onu eliyle de yazmadığı, şayet öyle olmuş olsaydı yanlışa uyanların büsbütün kuşku duyacakları vurgulanır. Bu ayet, peygamberimizin okuma yazma bilmediğine dair delil olarak sunulmaktadır. Bu ayetten hareketle peygamberimizin okuma yazma bilmediği düşünülebilir. Ancak bu ayette ümmi kelimesi geçmemektedir. Yani ümmi kelimesine yüklenen anlam bu ayetten çıkartılıyor değildir. Öte taraftan bu ayetteki vurguyu, peygamberimizin daha önce kendilerine kitap verilmiş olanların ellerindeki bilgilerden haberdar olmadığı, dolayısıyla beraberinde getirmiş olduğu mesajları önceki vahiylerden esinlenerek getirmesinin söz konusu olmadığı şeklinde anlamak da mümkündür. Bu durumda peygamberimizin daha önce okuyup yazmadığı şey, daha önce kendilerine kitap verilmiş olanların ellerindeki metinler olacaktır. Çünkü peygamberimizin daha önce kendilerine vahiy verilenlerin ellerindekilerden herhangi bir şeyi okuyup yazmamış olması, okuma yazma bilip bilmemesinden ayrı değerlendirilmelidir. Dolayısıyla batıla uyanların kuşku duyacağı şey peygamberimizin okuma yazma bilip bilmemesinden bağımsız olarak daha önce kendilerine kitap verilmiş olanların ellerindeki şeylerden herhangi bir şeyi yazan ya da onu okuyan biri olup olmamasıdır. Şayet bunları okuyup yazan biri olsaydı, o zaman beraberinde getirdiklerini oradan derlemek suretiyle getirdiği yönünde kuşku oluşabilirdi. Ayetlerde, Kur’an’ın vahyedildiği toplumun ümmi bir toplum olduğu yani kendilerine bir kitap gelmediği gibi öncekilerin kitaplarının bilgisine de sahip olmadıklarına yani onlardan habersiz olduklarına gönderme yapılır.
Ayetlerde, peygamberimizin Kur’an’ın kendisine vahyedileceğini umuyor olmadığı ve Kur’an kendisine vahyedilmeden önce kitap nedir, iman nedir bilmediği hatırlatılır. Kitap nedir bilmiyor olması belki okuma yazma bilmiyor oluşuna bağlanabilir ama imanın ne olduğunu bilmesi için okuma yazma bilmesine gerek yoktur. Dolayısıyla bu ayetlerde kastedilen şeyin daha önce kendilerine kitap verilenlerin kitaplarının içeriğinden, vahyin ne olduğundan ve vahye uygun imanın ne anlama geldiğinden habersiz oluşu olabilir.
Âli İmran Suresi’nde daha önce kendisine kitap verilmiş olan ehli kitaba ve ümmilere yönelik bir hitap söz konusudur. Şayet ümmi olmak okuryazar olmamak anlamında kullanılacaksa bu ayette Allah’ın kitap ehli olanları okuryazar olmayanları ise okuma yazma bilmeyen insanlar olarak tanımlamış olması gerekir. Oysa bir insanın ya da toplumun okuryazar olabilmesi için kitap ehli olması gerekli değildir. Bunun doğru bir anlam olmayacağı açıktır. Dolayısıyla buradaki ümmi kelimesinin okuma yazma bilmeyenler olarak değil, daha önce kendilerine kitap verilmemiş olanlar olarak alınması gerekir. Bu durumda ümmi, kendisinde kitap bilgisi olmayan yani kitap verilmemiş, kitap ehlinden olmayanlar anlamında kullanılmış olmalıdır.
Bu durumda, peygamberimiz Hz. Muhammed’in ümmi bir nebi olduğunu ifade eden ayetleri nasıl anlamak gerekir? A’raf Suresi’nde insanlar, Allah’a ve kendisi de Allah’a ve kelimelerine (mesajlarına) inanan ümmi Nebi (Peygamber) olan Resulüne (Elçisine) inanmaya çağırılırlar. Yani insanlar daha önce kendisine kitap verilmemiş, ehli kitaptan olmayan bir nebiye yani haber getiriciye; bir resule yani elçiye inanmaya çağırılırlar. Çünkü ona verilen sözler kendisine ait değildir ve üstelik o, daha önce kendisine kitap verilenlerden biri de değildir.
Cuma Suresi’nde ise ümmi kelimesinin peygamberimizin içinden çıktığı toplum olan ve daha önce kendilerine bir elçi ya da kitap gönderilmemiş Mekkelileri ifade etmek için kullanıldığı görülmektedir. Allah, elçisini ve mesajlarını ümmilere gönderdiğini söylemektedir. Buradan hareketle Allah’ın mesajlarını okuma yazma bilmeyenlere gönderdiğini düşünmek ya da o dönemde Mekke’de kimsenin okuma yazma bilmediğini iddia etmek gerçekçi değildir. Bu durumda Allah, elçisini ve mesajlarını yanlarında kitap bilgisi bulunmayan yani kitap ehlinden olmayan bir topluma yani Mekkelilere gönderdiğini söylemektedir. Bu elçi kendilerine Allah’ın ayetlerini okuyup aktarmakta, bu sayede onları arındırmakta ve onlara kitabı ve kitabın hikmetlerini öğretmektedir. Bundan önce o toplumun apaçık bir sapıklık içinde olduğuna dikkat çekilir. Şüphesiz apaçık bir sapıklık içinde olmalarının nedeni okuma yazma bilmiyor olmaları değil, doğru yolu bulacakları bir vahye yani kitaba sahip olmamalarıdır.
Âli İmran Suresi’nde kitap ehlinden olanların bir kısmının kendine yığınla şey emanet edilmiş olsa bile o şeyleri tastamam geri ödeyeceklerine ama diğer bir kısmının ise kendisine emanet edilen bir dinarı bile başına dikilip ısrar etmedikçe vermeyeceklerine dikkat çekilir. Bu davranışlarına bahane olarak ise “Ümmilere karşı (yaptıklarımızdan dolayı) bize hiçbir yol (sorumluluk) yoktur.” dediklerine oysa onların Allah hakkında bilerek yalan söylediklerine vurgu yapılır. Bu ayetten de görülebileceği gibi kitap ehlinin kendilerine yaptıklarından dolayı sorumluluk duymadıkları ümmiler, okuma yazma bilmeyenler değil, kendilerine kitap verilmemiş yani ilahi bildirime muhatap kılınmamış olanlardır. Geleneksel Yahudi kaynaklarındaki kimi yorumlarda dini yasak ve kuralların örneğin öldürme ya da faiz alma gibi yasakların sadece Yahudi olanlar için geçerli olduğu yönündeki yaklaşımlar bu çarpık anlayışın bir yansıması olsa gerek. Bu kimselere karşı sorumluluk duymamalarının sebebi onların okuryazar olmamaları değil kendileri gibi kitap ehli olmamalarıdır.
Peygamberimizin ümmi oluşunun okuma yazma bilmeme ile bir alakası olmadığını destekleyen bir diğer ayet de kitap ehlinden olan ama kitaptan haberdar olmayanların da ümmi olarak ifade edilmiş olmasıdır. Bu kişiler, kulaktan dolma birtakım bilgiler dışında kitap yani Tevrat hakkında bilgi sahibi değildirler. Kitabı bilmedikleri için zandan başka bir şeyde bulunmazlar. Kitabı kendi elleriyle yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için “Bu, Allah katındandır.” dedikleri için kınanırlar. Görüldüğü gibi sözü edilen bu ümmiler, okuma yazma bilmeyen kimseler değiller. Onlar, kitap hakkında bilgi sahibi değiller. Kısacası Kur’an’daki ümmi kavramından hareketle peygamberimizin okuma yazma bilmediğinin iddia edilmesi doğru değildir. Peygamberimiz okuma yazma bilse de bilmese de Kur’an, Allah’tan başka biri ya da birileri tarafından yazılamayacak kadar zaman, mekân ve insanüstü bir hitaptır. Ayetler; Allah dilememiş olsaydı peygamberimizin Kur’an ayetlerini okuyup aktarmasının söz konusu olamayacağına ve Allah’ın da bu ayetleri insanlara bildirmeyeceğine dikkat çekerken, bu vahiy kendisine gelmeden önce peygamberimizin toplumu içinde bir ömür kalmış olduğuna vurgu yapar ve insanları bu gerçek karşısında akıllarını kullanmaya çağırır.
Emre Dorman