Kabir azabı nedir? Kabir azabı var mı? İslam’da ve Kuranda kabir azabı nedir?

Kur’an’da hiçbir dayanağı olmamasına rağmen halk arasında çok yaygın şekilde bilinen, rivayetlere dayalı inançlardan biri de kabir azabıdır. Bu kabul öyle boyutlardadır ki pek çok insan cehennem azabından çok kabir azabından endişe edip onu merak eder hale gelmiştir. Şayet insanların ölüm sonrası ve ahiret öncesi durumları ile alakalı bu kadar önemli bir konunun gerçekliği söz konusu olsaydı, bu durum mutlaka Kur’an’da açık bir biçimde ifade edilirdi. Oysa bu inanç kendi aralarında da farklılık gösteren rivayetlere dayalı bir iddia olduğu gibi aynı zamanda Kur’an’daki birçok ayetle çelişen bir iddiadır.

Muhtemelen bu türden iddiaların ortaya atılmaları, öncelikle zaman kavramının göreceli oluşunun bilinmemesine ve öldükten sonra ruhların nerede durduğunun merak edilmesine dayanmaktadır. Kur’an’da Secde ve Mearic surelerindeki ayetlerden zamanın göreceli olabildiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla ölen kişinin ruhunun, bizim bağlı olduğumuz zamanın geçmesini beklemesi gibi bir durum söz konusu değildir. Nasıl ki yılında dünyaya gelen biri miladı esas alacak olursak 2000 yıl bir yerde beklemiş de ondan sonra dünyaya gelmiş gibi hissetmiyorsa, aynı şekilde ölen kimse de hesap gününden önce tekrar diriltilene kadar bir yerlerde beklemiş gibi hissetmeyecektir kendisini. Çünkü ölen kişinin bu dünya ile olan tüm irtibatı kesilir. Ölen kimse zamana ve mekâna dair tüm algısını yitirir. Bir anlamda tekrar prize takılıncaya kadar lambanın fişi çekilir ve ışığı söndürülür. Esasen uyku hali de bu duruma benzetilebilir. Kişi uyuduğunda üstelik derin de uyuyorsa uyanıncaya kadar zaman ve mekânla olan algısı kesilir. Hatta öyle ki bir saat derin uykuya dalmış birini bir anda uyandırsanız o kişiyi on saattir uyuduğuna inandırabilirsiniz. Çünkü kişi uykudayken sürenin ne kadar geçtiğini uyanık olduğu zamanlardaki gibi algılayamaz. Öte taraftan uyanıkken bile bir işle uğraşıyorken çoğu zaman zamanın nasıl geçtiğini fark edemediğimizi ifade ederiz.

İnsanın uyku ve ölüm halinde bu dünya ile irtibatının kesilmesi örneğinin, Kur’an’da Ashabı Kehf yani Allah tarafından mağarada uyutulan inançlı gençler ile ilgili anlatım üzerinden anlaşılması mümkündür. Yine “Ölümünden sonra Allah bunu nasıl diriltecek?” diyen kişinin Allah tarafından yüz yıl ölü olarak bırakıldıktan sonra tekrar diriltilmesi ve kendisine “Ne kadar süre ölü kaldın?” diye sorulan soruya “Bir gün veya bir günden daha az.” şeklinde cevap vermesinde de benzer şekilde görülmesi mümkündür.

Yine ayetlerden açık bir biçimde insanların bu dünya hayatında geçirdikleri süreye dair algılarının son derece az olacağını görmek mümkündür. Öte taraftan rivayetlerde iddia edildiği gibi kabirde azap ya da mükâfat söz konusu olsa, insan dediğimiz varlığın varlık sahasına çıktığı günden kıyamete kadar ölen kişiler arasında kabirde azap veya mükâfat görme anlamında çok uzun dönemleri kapsayan bir adaletsizlik olacaktır. Bu durumda kıyamete yakın ölen ve hakkında azap hükmü verilmiş bir kişi kendisinden çok daha önce ölen ve azaba uğrayan kişiden daha şanslı, yine kıyamete yakın ölen ve hakkında mükâfat hükmü verilen biri de kendinden çok daha önce ölen ve kabrinde mükâfat gören birinden daha şanssız olacaktır. Hatta bu iddiaya göre kıyametin hemen öncesinde ölen kişiler kabirlerinde azap da mükâfat da görmeyeceklerdir. Adil olan Allah için böyle bir durum da söz konusu edilemez.

Kur’an’da dünya hayatından, ahiret hayatından ve kabirlerden bahsedilmekte ancak kabir hayatında azap ya da mükâfat şeklinde ayrı bir hayattan söz edilmemektedir. Aksine öldükten sonra insanlara ecirlerinin yani hak ettikleri karşılıkların verileceği yer olarak kıyamet gününün ifade edilmesi, kıyametten önce herhangi bir karşılığın verilmesinin söz konusu olmadığını net bir biçimde ortaya koymaktadır. Ayetten açık bir biçimde görüldüğü gibi dünya hayatında hak edilen karşılığın verileceği yer kabir değil kıyamet sonrası yeniden dirilmedir. Yine ayetlerde bu dünya hayatının süsüne aldanarak peşinden koşanların hak ettiğinin kabirde azap olduğu değil cehennem olduğu ifade edilmektedir. Dolayısıyla dünya hayatındaki yaşantının sorumluluğunun üstlenileceği yer kabir değil ahirettir.

Bununla birlikte öldükten sonra hem dünyada kalanların kabirdekiler ile hem de kabirdekilerin dünyada yaşamaya devam edenlerle irtibatının kesileceği son derece açıktır. Yine Kur’an’da, Allah’ın ayetlerine ancak gereğince düşünüp inanmak isteyenlerin inanacağı bundan yüz çevirenlerin kabirdeki işitme ve düşünme gibi yetilerinden mahrum kalmış yani bu dünya ile irtibatları kesilmiş ölüler gibi oldukları ifade edilmektedir. Ayetlerden açık bir biçimde ölen kişilerin kabirlerinde diriltilmesine değil beklenen o saat yani kıyamet geldiğinde kabirlerden diriltilmelerine dikkat çekilmektedir. Ayetten de görüldüğü gibi Allah diriltmeden önce kabirlerdekiler ölüdürler. Yine ayetlerde, tekrar diriltilen kişilerin şaşkınlıkları gösterilmektedir. Ayetten de görüldüğü gibi insanlar kıyamette tekrar diriltilerek yattıkları yerden kaldırıldıklarında şaşkınlık yaşamakta, Allah’ın vaadinin ve peygamberlerin kendilerine bildirmiş olduğu tekrardan dirilmenin gerçekliğine kesin olarak ancak o anda inanmaktadırlar. Ne bu ayette ne de herhangi başka bir ayette “Ne çok kaldık kabirde”, “Kabirdeki azabımız ne kadar da çetindi” türünden bir ifade görülmediği gibi aksine ölen kişinin tekrar diriltilene kadar bir şeyden haberdar olmadığı görülmektedir.

Kabir azabının olduğunu iddia eden bazı rivayetlere göre ölen kişinin sorgulaması melekler tarafından kabirde yapılacak ve kendisine sorulan sorulara doğru cevapları verenlerin kabirleri genişletilip, aydınlatılıp, ferahlatılarak bu kişiler mükâfatlandırılacak, yanlış cevapları verenlerin kabirleri ise, onların kemiklerini iç içe geçirecek kadar sıkıştırarak karanlık bir azap yerine dönüşeceklerdir. Oysa Kur’an’a göre insanların imtihan edildikleri yer kabir değil dünya hayatıdır. Hesaplarının görülmeye başlanacağı yer de kabir değil ahiretteki din günüdür.

Yine ayetlerde inananların Allah’tan iyilik, güzellik ve bağışlanma dileklerinin bu dünya ve ahirete yönelik olduğu görülmekte ve cehennem azabından korunma dilenirken, kabirden hiç söz edilmemektedir. Ayetlerden açık bir biçimde insanların hesaplarının hesap günü yani din günü görüleceği ve bundan sonra hak edenlere hak ettikleri karşılıkların eksiksiz bir biçimde tanımlanacağı ifade edilmektedir. Kur’an’da din günü yani hesap gününden bahsedilmekte ancak hiçbir ayette hesap günlerinden şeklinde çoğul bir kullanım bulunmamaktadır. Yani ahiretteki hesaptan önce kabir gününden ya da kabir hesabından söz edilmemektedir. Dolayısıyla insanlar için tek hesap günü vardır o da ahiretteki hesap günüdür. Ayetlerden açıkça görüldüğü gibi ahiretteki hesap öncesi kabirde bir azap da mükâfat da söz konusu değildir. Bu yüzden bu konudaki rivayetleri dikkate almak ve Kur’an’daki ayetlere olmadık anlamlar yüklemeye çalışarak Kur’an’da kabir azabını işaret eden ayetler olduğunu iddia etmek doğru değildir.

Emre Dorman