Tefsir nedir? Tefsir kitapları gerekli mi? Kuranı anlamak için tefsir okumak gerekli mi? Tefsir nasıl okunur?

Tefsir; “Açıklamak, ortaya çıkarmak, kelime veya sözdeki kapalılığı gidermek” gibi anlamlara gelmekte, Kur’an ayetlerini açıklamayı ve yorumlamayı ifade eden bir terim olarak kullanılmaktadır. Tarih boyunca bu konuda birçok çalışma yapılmıştır. Kur’an okunurken bu tür çalışmaların incelenip araştırılması, Kur’an okuyan kişinin farklı açılardan da ayetleri değerlendirmesi noktasında kolaylaştırıcı kabul edilebilir. Ancak Kur’an ayetlerini başkaları tarafından açıklanmaya muhtaç ve kapalı anlamlı olarak düşünmek Kur’an’a aykırı bir anlayış olacaktır. Buradaki temel problem, tefsir kitaplarının incelenmesinde değil tefsir kitaplarını yazan kişiler tarafından yapılmış olan açıklamaların doğrudan Allah’ın açıklaması sanılmasındadır. Kur’an’ın daha önce de dikkat çekilen temel isim ve sıfatları göz önünde bulundurulduğunda Kur’an’ın, okunsun ve anlaşılsın diye kolaylaştırılmış, apaçık kılınmış bir kitap (mübîn), din adına gerekli olan her şeyi detaylı bir şekilde açıklayan bir yasa (mufassal), gerekli olanı açıklayıcı olan (beyan) ve apaçık ifadeler ile beyan eden bir kitap (tıbyan) olduğu görülmektedir.

Allah dini konularda bazı şeylerin açıklamasını yapıp bazı şeylerin açıklamasını başkalarına bırakmaz. Din Allah’ın dini ise, o din için gerekli olan her şeyi açıklamak da başkasının değil, Allah’ın işidir. Rabbimiz, peygamberimize insanlar arasında nasıl hükmedeceğini kendisine göndermiş olduğu vahiy ile öğrettiğini söylüyor.

Ayetler, açık bir şekilde din adına gerekli olan açıklamayı sadece Allah’ın yaptığına ve peygamberimizin de kendisine gelen vahiy tamamlanmadan önce Allah’ın hükmü konusunda acele etmemesi gerektiğine vurgu yapıyor. Ayetlerin bizzat Allah tarafından açıklanmış olmasının nedeni insanların doğru akıl erdirebilmesi içindir. Allah’ın dinine, kendisinden daha güzel kim açıklık getirebilir? Ayetlerin açıklanması aklını kullanan toplumlar içindir. Bir toplum aklını kullanmadıkça ayetler ne kadar açık olsa da o toplum için bir şey fark etmeyecektir. Kur’an’da, Allah’ın ayetleri açıklamakla kalmayıp aynı zamanda sırf insanlar olabilecek en doğru ve yalın şekilde anlayabilsinler diye türlü şekillerde ve her yönüyle açıkladığına dikkat çekilmektedir.

İnsanların peygamberimize sordukları bazı soruların Kur’an’da açıklandığı görülür. Demek ki Allah bu soruların açıklığa kavuşturulmasını dilemiş ve peygamberimize gönderdiği ayetler ile bu sorulara açıklık getirmiştir.1080 Bu türden ayetler açık bir şekilde peygamberimize sorulan sorulardan cevaplanması gerekenlerin peygamberimiz tarafından değil bizzat Allah tarafından açıklanıp cevaplandığını göstermektedir. Ayetlerde “Sana şunu soruyorlar. Sen onlara açıkla” denilmiyor. “De ki:” denilerek açıklama yapılıyor. Yine başka bir ayette yapılan açıklamaların peygamberimizin birilerinden ders almış olduğunu düşünmelerine neden olacak kadar detaylı ve özenli yapıldığına vurgu yapılır. Bununla birlikte “Sana… soruyorlar” kalıbı dışında da birçok ayette “De” ile başlayan ve insanların muhtemel sorularına ya da sorunlarına cevap veren ayetlerin varlığı da tüm bunların Allah tarafından açıklığa kavuşturulduklarını göstermektedir.

Rabbimiz ayetlerini yine ayetleri ile açıklıyor. Kur’an kendi kendisinin tefsiridir. Kur’an’ı anlamanın yegâne yolu Kur’an’ı kendisi ile anlamaktır. Bir şey ayetler yolu ile açıklanmamışsa demek ki o şey dinen gerekli değildir ve bizim şahsi tercihimize, görüşümüze bırakılmıştır. Dinen gerekli olmayan bir şeyi Allah açıklamadığı için, peygamberimiz bu konularda bir açıklama yapamaz. Bu türden konular helal dairesi içinde insanların kişisel tercihlerine bırakılmıştır. Buna rağmen Allah’ın gerek görmediği için açıklamadığı birçok şey örneğin insanların hangi renkleri ve ne türden kumaşları giymeyi tercih edeceklerinden, nasıl yemek yiyeceklerine ve hangi metalleri takı olarak kullanabileceklerine kadar dinde olmayan, insanların kişisel tercihleri ve toplumlarının kültürleri ile alakalı olan birçok detay peygamberimizin vefatından sonra peygamberimiz üzerinden açıklanmaya ve dinselleştirilmeye çalışılmıştır. Böylece evrensel kuralları olan bir din, üretilen rivayetler sebebiyle yöresel örf ve adetlere boğularak evrenselliğinden uzaklaştırılmıştır.

Kur’an çevirmeni Muhammed Esed, Kur’an’ın kendi kendisinin tefsiri olduğunu tercümesinin ön sözünde şu şekilde anlatır: “Kur’an; münferit emir ve talimatların bir derlemesi değil, bölünmez bir bütün olarak görülmelidir: Yani, her ayetin ve cümlenin diğer ayetler veya cümlelerle yakın bir ilişki içinde olduğu ve her birinin bir diğerini açıkladığı veya açtığı bir değer sisteminin topyekün ifadesi olarak… Sonuç olarak, Kur’an’ın her ibaresini ancak başka yerlerdeki ibarelerle irtibatlandırırsak ve mesajını sık sık çapraz referanslara başvurarak ve her zaman geneli özelin ve aslî olanı talî olanın önüne koyarak anlamaya çalışırsak Kur’an’ın gerçek anlamını kavrayabiliriz. Bu kural bilinçli şekilde uygulandığı zaman, Kur’an, -Muhammed Abduh’un deyimiyle- “kendi kendisinin en iyi tefsiri (açıklayıcısı)” olduğunu ortaya koyacaktır.”

Allah’ın sözünü yeterli görmeyen ve bir anlamda din adına O’nun sözlerine tam bir teslimiyet ile güvenmeyen biri Müslüman olabilir mi? Çoğu Müslüman, âlim saydığı kişilere ve o insanların kitaplarına güvendiği kadar, Allah’a ve kitabına güvenmiyor ya da onu yeterli görmüyor. Dini doğrudan Allah’tan değil âlim saydıkları kişiler üzerinden öğrenmek istiyorlar. Oysa Allah bu kitabı sadece belli insanlar okuyup anlasın diye indirmedi. En bilgisiz olandan, en bilgiliye kadar her seviyeden insana hitap edebilecek eşsizlikte bir mesajdır; Kur’an. Çoğu Müslüman, hiç okumadığı Kur’an’ı yeterli bulmuyor yani bir anlamda ona gerektiği gibi güven duymuyor ve yine birçoğundan habersiz olduğu hadis rivayetlerini Kur’an’ın önüne koyuyor. Her grup kendi elindeki kitaplar ya da gruplarının fikir ve görüşleri ile dini anlamaya ve yaşamaya çalışıyor. Üstelik bu davranışları Kur’an’da açıkça eleştiriliyor. Allah dini, bir bütün olarak Kur’an vahyi ile gönderip tamamlamasına rağmen insanlar dinlerini parça parça ediyor ve kendi inanış ve kabulleri ile övünüyor. Üstelik çoğu Müslüman, kendi aralarında işlerini parça parça etmiş olsalar da sonunda Allah’a dönecek ve yaptıklarının hesabını verecek olduklarını unutuyor.1086 Önder edindikleri kişinin ya da kişilerin dini anlamış olabileceğini kabul ediyor ama Kur’an’ın anlaşılabileceğini kabul etmiyorlar. Şayet bu kişiler Kur’an dışı kaynaklara güvenip bağlandıkları kadar Kur’an’a bağlansalar, o zaman gerçekte bu kaynaklara ihtiyaç olmadığını anlayacaklar.

Kimi insanlar dinini kaynağından öğrenmeye değil, atasından görüp öğrendiği dini Kur’an’da bulmaya çalışıyorlar.1087 Bulamayınca da Kur’an’ın eksik ya da dini anlayıp yaşamak için yetersiz olduğunu zannediyorlar. Bu zan, insanın kendi eliyle kendini düşürdüğü bir tuzak gibidir. Bu kadar insan aynı tuzağa düşerek hep bir ağızdan aynı şeyi tekrar edebiliyorlar. Bunca Müslüman, sabah akşam isim ve sıfatları ile Allah’a dua ediyor. O’nu her türlü noksanlıktan tenzih ettiğini ifade ediyor. Demek ki Allah her türlü noksanlıktan uzak ama vahyettiği kitabında kullarından istediklerini açıklamak konusunda değil. Şüphesiz böyle bir şeyi düşünmek bile mümkün değil. Kur’an’da din adına ne bir eksik var ne de fazla. Bugün din adına Kur’an’ın yeterli olduğunu anlatmakta en fazla güçlük çekilen insanların neredeyse tamamı Müslüman. Çünkü zihinleri o kadar çok yanlış bilgiye maruz kalmış ki, kendi akıllarını kullanarak sahip oldukları kabullerini ve geçmişten gelen aktarımları sorgulayacakları yerde, çoğunluğun inandığı şeylere inanabiliyorlar. Kendi inandıklarını Kur’an’da bulamayınca da Kur’an’ın bildirdiklerini eksik sanıyor ve sonuçta başka kaynaklara ihtiyaç duyuyorlar.

Allah’ın dini ortak kabul etmez. Kimse Allah adına hüküm koyamaz. Dinin temsilcisi ya da sahibi olamaz. Allah dinini gönderir ve onu en güzel şekilde açıklar. Ancak yaygın olarak yaşanılan din, Allah’ın gönderdiği din mi değil mi işte en başta bunun sorgulanması gerekir. Geleneğin bize ezberletip hiç sorgulatmadan kabul ettirdiği kalıplaşmış bilgilerin ve bunu savunan çoğunluğun yanında durmak kolaydır. Allah’ın dinini tanınmaz ve içinden çıkılmaz hale getiren bir anlayışa karşı Allah’ın vahyi olan Kur’an’ın esas alınması, doğru ile yanlışın, hak ile batılın bu şekilde birbirinden ayrılması ise kaçınılmazdır.

Emre Dorman