Cemaat ve tarikata bağlı olmak gerekir mi? İslam ve Kuranda tarikat ve cemaat var mı? Cemaat ve tarikat hükmü nedir?

Dinî açıdan herhangi bir cemaat ya da tarikata mensup olmak gerekli değildir. Kur’an’ın indirilmesiyle birlikte insan uydurması bir uygulama olan aracılık yani Allah ile kul arasındaki tüm vasıtalar ortadan kaldırılmıştır. Kur’an’a uygun bir çerçevede olduğu müddetçe kişilerin bir çatı altında toplanmalarında ya da inanan kişilerle birlikte hareket etmek üzere organize olmalarında dinen bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak söz konusu yapılar dini değil; dindar insanlardan oluşan sosyal yapılar olabilirler. Dini açıdan kutsal bir yönlerinin olması söz konusu değildir. Çoğu tarikat kurumunun zihniyet açısından oldukça sorunlu bir yapı arz ettikleri görülmektedir. Bunun yanında kimi yapıların suistimale açık ve sapkın birtakım inanç ve kabullere dayalı oldukları da göz ardı edilmemelidir.

Arapça kökenli bir kelime olan ‘tarik’ yol anlamına gelmektedir. Tarikat ise bu kelimenin çoğuludur ve ‘yollar’ anlamına gelir. Literal açıdan Allah’a ulaşmadaki yolu ifade etmektedir. Tarikat yapısında ‘mürşit’ yani önder kabul edilen bir şeyhin etrafında yola giren manasında ‘mürit’ler bulunur. Tarikat şeyhinin bilgi ediniminin ‘keşf’ ve ‘ilham’a dayalı olduğuna inanıldığından tarikatlar tasavvuf düşüncesinin yaşanıp uygulanması için bir yol olmuşlardır. Kur’an ayetlerinden hareketle tarih boyunca ortaya çıkan klasik tarikat yapısına uygun bir yapının ortaya konulması mümkün değildir. Klasik yapı incelendiğinde, ilahi desteğe sahip olduğuna inanılan bir kişinin şeyh sıfatıyla tarikata önderlik yaptığı görülür. Bu kişinin sözü tartışılmazdır. Hatta kimi yerlerde bu öyle boyutlara ulaşmaktadır ki şeyhin sözü Kur’an’ın dahi önündedir. Zira bu yapıların temel felsefesine göre şeyhin söz ve filleri derin hikmetler içerir.

Sıradan kişilerin bu hikmetleri anlayıp kavramaları mümkün değildir. Bu yüzden sıradan kişilere düşen mukallit olmak yani şeyhini taklit ederek ona koşulsuz olarak itaat etmektir. Söz konusu yapıyı dini bir kisveye büründürmek adına bu konuda “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır”, “Kişi kendini şeyhine ölünün kendini ölü yıkayıcısına teslim ettiği gibi teslim etmelidir” ya da “bu yolda akılla gidilmez” gibi çeşitli sözler uydurulduğunu görmek de mümkündür. Bu gibi söz ve inançlardan alınan maddi manevi gücün etkisinin yanında çeşitli Kur’an ayetlerinin de inancı yerleştirmek adına çarpıtıldığını görmek de mümkündür.

Çeşitli tarikat yapılarında şeyhlere biçilen insanüstü özellikler sayesinde şeyhlerin çeşitli kerametler yani olağanüstü güçler sergilediklerine inanılır. Dolayısıyla aslı esası olmayan yığınla iddianın havalarda uçuştuğu, aklını en az kullanarak sorgusuz teslim olan müridin en fazla takvaya sahip olduğu, adeta insanların mal ve namuslarının sömürüldüğü oldukça çarpıcı örneklerin görülmesi mümkündür. Şüphesiz gerçek manada kendilerini Allah’a adamaya ve gerek siyasetten gerekse dünyalık hesap ve kitaptan sıyrılarak Allah yolunda hayırlı işler yapmaya soyunan kişi ve grupları bu gibi örneklerden tenzih etmek gerekir.

Şeyh tasavvuf kültürü içinde hayat bulan tarikatlara ruhani önderlik yapan kişilere verilen bir unvandır. Dini açıdan bir tarikata bağlı olmak gerekmediği gibi bir şeyhe bağlanmak da gerekli değildir. Ancak söz konusu rivayetlerden de görüldüğü gibi tarikat yapısı içinde bir şeyhe bağlılığın dini bir gereklilik haline getirildiğini, yine bununla birlikte bir şeyhe bağlı olmayan kişilerin şeytanın yolundan gideceklerinin iddia edildiği görülür. İnanan kişilerin kendi aralarında çeşitli gruplar kurmalarında ve Kur’an’a uygun bir çerçevede gerek dini gerekse sosyal hayatlarını yaşarken dayanışma içinde olmalarında dini açıdan bir sakınca bulunmamaktadır. Ancak şayet bazı kişilere insanüstü birtakım nitelikler atfedilir ve çeşitli kerametlere sahip olduğu iddia edilerek bu insana koşulsuz bir şekilde bağlı olunmasının dini bir gereklilik olduğu söylenirse işte bu noktada Kur’an’a aykırı bir tutum ve davranış benimsenmiş olur. İnsanlar Allah’a olan yakınlıkları yani takvalarıyla dini açıdan öne çıkarlar. Çeşitli tarikat yapılanmalarından şeyhlik mertebesinin babadan oğula ya da damada geçtiği göz önünde bulundurulduğunda söz konusu yapıların istismara açık bir oluşum içine girmeleri kaçınılmazdır. Şayet dini konularda illa bir şeyhe bağlanmak isteniyorsa bu noktada koşulsuz bir şekilde bağlanılacak tek şeyh Kur’an olabilir. Çünkü insanlar Kur’an’a uydukları oranda dini açıdan doğru olabilir ve peygamberlerin gerçek yolundan gidebilirler. Muhammed İkbal’in de bir şiirinde dikkat çektiği gibi: “Bize, din yolu pek daraldı. Ne kadar lanetlenmiş varsa dindar kesildi… Eğer çağımızda İslam yaşıyorsa, Kur’an hâlâ yaşadığı içindir. Biz hepimiz toprağız, Kur’an ise gönüldür. Kur’an’a bağlan ki, o, Allah’ın ipidir. Eğer inciler bu ipe dizilirse incidir. Yoksa dağılmış bir toz parçasıdır.”

Tarikatların, genel itibariyle bakıldığında dine yarardan çok zararı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Geleneksel yaklaşım dikkate alındığında tarikata bağlı olmanın dini inanç ile özdeş kılındığı görülür. Bu durum, pek çok insanın farkında olmadan dinden uzaklaşmasına sebep olmuştur. Oysa Kur’an ayetleri incelendiğinde her ne kadar inananların bir arada ve dayanışma içinde hareket etmeleri tavsiye edilse de mutlaka bir tarikat ya da cemaat altında faaliyet yapılması gibi bir zorunluluğun bulunmadığını görürüz. Bununla birlikte gerek yaşam tarzı gerekse şekil itibariyle toplum nazarında olumsuz izlenimler bırakan ve insanların maddi manevi değerlerini sömürerek dini hassasiyetlerini suistimal eden kötü örneklerin de insanların inanç dünyası üzerinde çeşitli tahrifatlar yaptığını görmek mümkündür.

Gerçek anlamda inançlı ve samimi insanların birlikte hareket ettiği yapıların, hiçbir çıkar gözetmeden her anlamda halka hizmet etmek, insanların ihtiyaçlarını gidermek, imkân sahibi olmayan çocuklara eşit eğitim fırsatları yaratabilmek ve haksızlıklar karşısında durarak insanların mağdur olmalarını engellemek gibi hizmetler ile bir çeşit sivil toplum kuruluşu olmaları gerekir. Böyle olması gerekirken birçok yapının insanları her anlamda kendilerine hizmet eder hale getirdikleri, onları maddi manevi sömürdükleri, insanların kendi ailelerinden kısarak vermiş oldukları ile sefa sürdükleri ve insanlara cenneti vadederken bu dünyayı kendileri ve yakınları için cennete çevirdikleri görülür. Öte taraftan birçok yapının devlet içinde kadrolaşma ve devletin imkânlarını kendi yapıları için kullanma yarışı göz ardı edilemeyecek boyuttadır. Daha önce de dikkat çekildiği gibi devlet; adalet (bir şeyi olması gerektiği gibi yapmak), liyakat (üstlenilen görevin hak edilmesi), ehliyet (yeterlik), emanet (güven) ve meşveret (danışma) ilkeleri ile yönetilir. Cemaat ya da tarikat yapılarının kendinden olanları kayırdığı, olmayanlara ise yaşam hakkı tanımadığı bir anlayışla değil. Yıllarca Müslümanlar devletin gücünün ve organlarının bazı yapılar tarafından o yapıların çıkarları doğrultusunda kullanılarak halkın mağdur edildiğinden şikâyet edip durdular. Şimdi ise yıllarca yakındıkları şeyi benzer biçimde uygulama yarışına koyuldular. İster inançlı isterse inançsız olsun bu anlayıştaki yapıların hâkim olduğu ülkeler kaçınılmaz olarak felakete sürüklenirler. Ortadoğu ülkeleri başta olmak üzere birçok ülke bunun örnekleri ile doludur. Toptancı her bakış açısı beraberinde ölçüsüzlüğü ve haksızlığı getirir. Hiç şüphesiz devlet kadrolarındaki adalet, liyakat, ehliyet, emanet ve meşveret sahibi siyasiler ve bürokratlar bu ithamlardan muaftırlar. Herkese karşı adil olmayı esas alan insanlar, dünyada da ahirette de Allah’ın yardım ve desteğine sahip olurlar. İnsanlık tarihi her iki durumun da örnekleri ile doludur.

Yine gerçek bir iman ve ihlâs çatısı altında bir araya gelmiş samimi inananların oluşturduğu yapılanmaların özellikle manevi değerlerinden yoksun kalmış modern insanın gerek zihin gerekse manevi dünyasının zenginleşip olgunlaşmasında pay sahibi olduğunun söylenmesi de mümkündür. Ancak bunun Kur’an’a uygun ve gerçekten samimi ve dünyevi açıdan beklentisiz bir şekilde gerçekleştirilmesi için bir şeyhe koşulsuz bağlılık esasına dayalı klasik tarikat anlayışından kurtarılması, insanların bir şeyhe ya da gruba değil, Allah’a ve Kur’an’a çağırılması, akıllarını gerektiği gibi kullanmaya, ilme ve bilime yönelmeye, gerektiğinde itiraz edebilecek şekilde düşünüp sorgulamaya teşvik edilmeleri gerekir.

Emre Dorman