Kuran’da çevre duyarlılığı var mı? İslam’da hayvan hakları var mı? İslam’da ekoloji nedir?

İslam dini, insanlığı ilgilendiren bütün temel konulara karşı duyarlı olan ve insanlara farkındalık kazandırmayı amaçlayan bir dindir. İslam dini, ruhsal temizlik ve arınmışlıkla birlikte bedensel ve çevresel temizliğe de son derece önem verir. İçinde yaşadığımız çevre ve doğa Allah’ın insanoğluna emanetidir. Allah insanı topraktan yaratmış ve onu toprağı imar edecek yetenekler ile donatmıştır. Oysa insan, varoluş amacını unutarak kendi elleri ile yapıp ettiklerinden dolayı karada ve denizde bozgun çıkmasına sebep olmuş ve Allah’ın emanetine gerektiği gibi sahip çıkmamıştır. Ayetten de görüldüğü gibi belki vazgeçer ve gerçeği görürüz diye, kendi ellerimizle doğaya verdiğimiz zararların bir kısmına maruz kalmaktayız.

Kur’an’da, Dünya’nın bir ölçü ve denge içinde var edildiği, o dengede azgınlık etmememiz gerektiği ve yeryüzünün tüm canlılar için yaratıldığı hatırlatılmaktadır. Dolayısıyla çevre konusunda sadece insanlara değil tüm canlılara karşı sorumluluklarımız olduğunu bilmemiz gerekir.

İnsanoğlu yüzyıllardır çevresine ve doğaya verdiği zararların bedelini ödemektedir. Kişisel hırslarla, daha çok kazanmak arzusuyla, tembellikle, sorumsuzlukla doğaya zarar verenler, kendilerinin doğanın bir parçası olduklarını ve verdikleri zararın kendilerine döneceği gerçeğini göz ardı etmişlerdir. Yüzlerce yıldır çevreye verdiği zarardan çok çeken insanoğlunda (en azından önemli bir kısmında) bir çevre bilincinin oluşması çok yeni sayılır. 1970’li yıllardan sonra dünyada çevremizle ilgili hissedilir derecede bir duyarlılık oluşmuş ve bu olgu çevrebilim (ekoloji) adıyla bilimsel platformda yoğun bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır.

Çevre bilincinin hiç olmadığı bir dönemde ve yerde, Kur’an’ın; insanların kendi elleriyle yaptıkları yüzünden karada ve denizde bozgun çıkacağını, bunun sonuçlarının yine insanoğluna zarar vereceğini söylemesi ve bu konunun önemine dikkat çekmesi son derece anlamlı ve değerlidir. Günümüzde doğa üzerinde hoyratça tasarruflar yapamayacağımızı, eğer bunu yaparsak bedelini en ağır şekilde ödeyeceğimizi iyice tecrübe etmiş bulunuyoruz. Ayrıca her insanın çevresine verdiği zararların ve sebep olduğu kirliliklerin tüm yeryüzüne zarar verdiği de artık bilinen bir gerçektir. Bu yüzden hiç kimse bu konuda “Ben dilediğim gibi davranırım. Her koyun kendi bacağından asılır” diyemez. Doğa hepimize Allah’ın bir armağanı ve aynı zamanda emaneti olduğuna göre, ona zarar verenlere engel olmak ve bu konuda farkındalık oluşturmak, hepimizin ortak görevidir.

Çevre kirliliğinin doruğa ulaşmasında ondokuzuncu yüzyıldaki Sanayi Devrimi’nin büyük etkisi olduğu doğrudur. Fakat çevre kirliliği ilk olarak bu tarihte başlamamıştır. Çevre kirliliği, çok eski çağlardan beri vardır. Çevre biliminin ve ciddi bir ekolojik bilincin oluşması ise yenidir. Örneğin ormanların bilerek yakılması çağlar boyunca insanoğlunun çevreye verdiği zararın bir örneğidir. Orman yangını, insanların sık sık yakalandığı sinüzit ve antrakoz (akciğerlerde siyahlaşma) gibi hastalıkların başlıca nedenidir. Ancak bunu yapan insanların çoğu, bu hastalıkların sebebinin, doğaya kendi elleriyle verdikleri zararlar olduğunun farkında değiller.

Ondokuzuncu yüzyıl sanayileşmesinde ise ortaya çıkan tablo korkunçtur. Tüm sanayi bölgelerinde metalürji ve demir çelik kuruluşları karaları, suları, havayı kirlettiler. Charles Dickens’ın romanları, Friedrich Engels’in yazıları, Londra’nın kirlenmişliğinin kitaplardaki en bilinen delilleridir. 1930’da hava kirliliğinden Belçika’nın Mosa Vadisi’nde 63 kişi öldü. 1952 yılında ise Londra’da yaşanan felaket çok daha büyüktü. İnsanların doğayı tahribinin bir sonucu olarak 4000’i aşkın kişi nefes alma zorluğundan öldü.

Günümüzde de durum pek parlak değil. Belki böyle toplu ölümlere rastlanmıyor ama Dünya Sağlık Örgütü’nün açıklamalarına göre bir milyarı aşkın insan hava kirliliğinin doğrudan tehdidi altındadır. Yıllarca toplanan çöplerin denizlere dökülmesi sonucunda bu pislikten insanların ve diğer canlıların ne kadar zarar gördüğünü tespit etmek ise mümkün değil. Üstelik günümüzde de denizlere çöp dökülmeye devam edilmekte. Gerek deniz altı canlılarını öldüren, gerekse vücutlarında zararlı maddeler birikmesine yol açan deniz kirliliği, sonuçta yine insanoğluna zarar vermektedir. Oysa denizler de Allah’ın rahmeti sonucu insanın ihtiyaçlarını görebilecek uygunlukta yaratılmıştır.

Günümüzde, tüm bu kirliliklerin kanser gibi birçok hastalıkta önemli etkisi olduğu kabul edilmektedir. Yolda seyir halindeyken araçlardan yollara atılan çöpler, piknik sonrası ormanlık alanlarda ya da nehir ve deniz kenarlarında bırakılan atıklar, çevreye ve canlılara tahmin edilemeyecek kadar fazla zarar vermektedirler. Görüldüğü gibi insanlık tarihinde insanoğlunun en büyük düşmanlarından biri çevre kirliliğidir. Kur’an’ın, çevre bilincinin oluşmadığı bir dönemde bu konuya dikkat çekmesi hem çok önemli hem de bu konuda duyarsız kalamayacağımızın bir göstergesidir. Kur’an, insanların elleriyle yazılan kitaplar gibi, kendi toplum bilincinin, sosyolojik yapısının ve aktüel sorunlarının etkisiyle yazılmamıştır. O, bütün zamanların ve bütün insanların Rabbi olan Allah’tandır. Bu yüzden Kur’an kendi döneminde var olmayan bilgileri, geçmişin olduğu kadar, geleceğin de sorunlarını aktarır.  Kur’an-ı Kerim, vahyedildiği yedinci yüzyıldan itibaren insanları bu konuda duyarlı olmaya davet etmiştir. Doğa hepimize Allah’ın bir armağanı ve aynı zamanda emaneti olduğuna göre, ona zarar verenlere engel olmak ve bu konuda insanları uyarmak, hepimizin ortak kulluk görevidir.

Yere ekmek atmama, yerdeki ekmeğe basmama ve onu yerden kaldırma gibi hassasiyetler gösterdiğimiz kadar yere çöp atmama hassasiyeti de göstermemiz gerekir. İbadet ettiğimiz yerleri temiz tutma hassasiyeti gösterdiğimiz kadar yaşadığımız çevreyi de temiz tutma hassasiyeti göstermemiz gerekir. Gerçek anlamda yerine getirilen ibadetler, insanı güzel ve temiz kılar. İnsanın da çevresini güzel ve temiz kılmasını sağlar.

İbadet yerlerimize çöp atmayı ya da tükürmeyi aklımızdan bile geçirmez ve biri bunu yapmaya kalksa onu uyarır ve buna engel oluruz. Aynı şekilde sokaklara çöp atmayı ya da tükürmeyi de aklımızdan dahi geçirmeyecek kadar titiz ve dikkatli olmamız, bunu yapanları uyarmamız ve engel olmamız gerekir.

İçinde yaşanılan çevrenin temizliği, güzelliği ve kalitesi, o çevrede yaşayan insanların en başta insanlığının sonra da duyarlılığının bir göstergesidir. Yaşadığımız dünyayı ve içindeki canlılarıyla çevremizi, Allah’ın bizlere vermiş olduğu bir emanet olarak bilmeli, bu duyarlılığı gösteren ve çevre bilincinin oluşması için çalışan tüm kişi ve kuruluşları dini bir görevi yerine getirme bilinci ile desteklemeliyiz. İslam dininin en temel hedef ve amacı önce Allah’a sonra da Allah’ın tüm yarattıklarına karşı görev ve sorumluluklarımızı hatırlatarak bizi sorumluluk sahibi ve duyarlı bir insan kılmaktır. Allah’ın yaratmış olduğu güzelliklere sahip çıkmak, Allah’a duyulan saygı ve minnetin bir göstergesi olacaktır.

İslam’ın barış, esenlik, güven ve huzur gibi anlamlara geldiğine dikkat çekilmişti. Müslüman da barışı, adaleti, merhameti, iyi, güzel, erdemli ve ölçülü olanı esas alan, kendisine güven ve saygı duyulan nitelikli insandır. Dolayısıyla bu güveni, adalet ve merhameti sadece kendi türünden olan insanların değil tüm canlıların görmesi gerekir.

Hayvanlar Allah’ın yaratma sanatının birer nişanesi ve Allah’ın lütfu olarak hem doğaya hem de hayata anlam ve güzellik katan varlıklardır ve ayetin ifadesi ile onlardan alınacak ibretler vardır. Allah’ın lütuf olarak yarattığı canlılarda insanlar için ibretlerin yanında nimetler de vardır. Allah tarafından yaratılmış olmaları ve bize olan fayda ve güzellikleri sebebiyle onlara eziyet etmekten uzak durmak ve merhamet ile davranmak gerekir.

Bugün maalesef tüm dünyada hayvanlara karşı acımasızca şiddet uygulanmakta, doğal yaşam ortamları ortadan kaldırılmakta, zevk için eziyet edilmekte, vahşi şekilde öldürülmekte ya da birçok türün tükenmesine sebep olunacak şekilde hatalar yapılmaktadır. Oysa bu gezegen, içindeki tüm canlıların evi ve yurdudur. İnsanın yaşam hakkı olduğu gibi diğer canlıların da yaşam hakları vardır. İnsan dediğimiz varlığın, içinde bulunduğumuz gezegeni daha yaşanır ve güzel kılması gerekirken bizzat insanın kendisi hırsları, bencillikleri, doyumsuzlukları ve merhametsizlikleri sebebiyle hem kendi türüne hem de diğer canlılara yaşanılmaz kılmaktadır dünyayı. Bir insanın, insan olsun hayvan olsun başka bir canlıya davranışı en başta kendi insanlığını ortaya koyan bir ölçüdür. Eğlence olsun diye canlılara zarar vermek, insanlıktan nasibi olamayanların harcıdır.

Allah, bir lütuf olarak hayvanları bize boyun eğdirmiş ve kendilerinden yararlanabileceğimiz birçok güzellikle donatmıştır onları. Hayvanların insanlara faydaları saymakla bitmez. Çeşitli besinleri elde ettiğimiz hayvanlardan, üzerlerine binerek yolculuk ettiklerimize ya da güvenlik için bekçilik edenlere kadar etinden, sütünden, gücünden, yününden ve güzelliklerinden istifade ettiğimiz canlılara karşı merhametli olmamız gerektiğini bilmeliyiz. Ayetlerde Allah’tan bir lütuf olarak hayvanların faydalarına dikkat çekildiği görülmektedir.

Hayatımızı kolaylaştıran, bize katkı ve fayda sağlayan, güzellikleri ve işlevleri ile Allah’ın üstün sanatına kanıtlar sunan hayvanlara karşı duyarlı olmalı, onların bize sunduğu faydalar gibi biz de onlara iyi davranarak, yiyeceklerini ve içeceklerini en güzel ve temiz şekilde zamanında vererek, onları gereğinden fazla yormayarak ve haklarını gözeterek Allah’ın bize olan rahmetine nankörlük etmemeliyiz. Bütün insanlar gibi hayvanlar da Allah’ın yarattığı ve O’na ait olan canlılardır. Şüphesiz Allah, yarattığına ve kendisine ait olana nasıl davrandığımızın hesabını soracaktır. Allah’ın nimetine nankörlük etmemek gerekir.

Öte taraftan hayvanlar ve yaratılış amaçlarına uygun olarak sahip oldukları özellikleri, Allah’ın sanatına tanıklık etmek ve bu eşsiz sanata olan hayranlığı hissetmek isteyen inananlar için üzerlerine düşünme ve Allah’a şükretme vesilesidir. Bu konuda birçok ayet örnek olarak gösterilebilir. Allah’ın lütfu olarak yaratmış olduğu hayvanlardan yararlanmak aynı zamanda şükür sebebidir. Yine tarihi kaynaklardan gelen, hem Kur’an’a hem de Kur’an’ın bize tanıttığı Hz. Peygamber’in örnek yaşamına uygun olacak şekilde hayvanlara karşı duyarlı ve hassas olmamız, onları çok fazla yükle yormamamız, yiyecek ve içecek ihtiyaçlarını karşılamamız, eziyet etmememiz, iyilik ve güzellikle davranmamız gerekir. Peygamberimizin, hayvanlara iyilik ve merhamet ile yaklaşmanın Allah katında güzel karşılıkları olacağına dair yaklaşımları olduğu görülmektedir. Dolayısıyla gerek Kur’an ayetlerinden gerekse o ayetleri en güzel şekilde hayatına yansıtarak insanlığa örnek olmuş peygamberimizin hayatından hareketle, İslam inancının daha yedinci yüzyılda hayvan haklarını gündeme getiren ve bu konuya dikkat çeken bir inanç sistemi olduğu anlaşılmaktadır.

Öte taraftan Kur’an’daki bazı surelere, sure içinde konu edinilmeleri sebebiyle kimi hayvanların isimlerinin verildiği görülmektedir. Bakara (İnek), En’am (Sığır-Davar), Nahl (Bal arısı), Neml (Karınca), Ankebut (Dişi Örümcek) ve Fil (Fil) sureleri bunlara örnektir. Yine bunlar dışında da çeşitli hayvanların isimleri Kur’an’da geçmektedir.

Kedi, köpek ve kuşlar gibi etrafımızdaki canlılara karşı da duyarlı ve ikram sahibi olmak gerekir. İnsanları rahatsız etmeyecek ve tehlikeye sokmayacak şekilde doğal yaşam imkânları kendilerine sağlanmalıdır. Bir toplumun medeniliği ve gelişmişliğinin temel göstergelerinden biri canlılara, çevreye ve eşyaya nasıl davrandığıdır. Öte taraftan ayetin ifadesi ile bu gezegen sadece bizim için değil Allah tarafından yaratılan tüm canlılar için de yaratılmıştır. Üstelik her bir canlı türü insan türü gibi bir ümmet, bir âlemdir.

Hayvansever kişilerin bakımını üstlenmek üzere, daha yavruyken evine aldığı evcil hayvanları heveslerinin geçmesi ya da başka sebeplerden dolayı sokaklara bırakmaları da doğru değildir. Bunu yapan bir hayvansever değil ancak “hayvan hevesli” biri olabilir. Bakımı üstlenilemeyecek canlıları ya hiç eve almamak ya da eve alınmışlarsa onlara ve onlardan doğacak yavrulara bakmak veya uygun yerlere yerleştirmek gerekir. Canlılar, oyuncak mağazasından alınan ve heves alındıktan sonra depoya kaldırılan ya da çöpe atılan oyuncaklar gibi değillerdir. Dolayısıyla sokağa atıp terk etmek doğru değildir. Bu konuda da hassas ve duyarlı olmak gerekir.

Merhametli olan her insan evcil hayvanları sevecektir. Ancak bazı insanlar hayvanları sevmelerine rağmen yine de çeşitli özel sebeplerden dolayı onlardan korkup çekinebilmektedir. Bu yüzden başkalarının özel alanını ya da durumunu ihlal etmeyecek şekilde kimseye rahatsızlık vermeden ve gerekli güvenlik tedbirleri alınarak hayvanlar kontrol altında tutulmalıdırlar.

Emre Dorman