Din ilerlemeye manimidir? Din insanı ve toplumu geriletir mi? Din çağdışı mı?

Eskiden beri dini, beşeri ve toplumsal gelişme ve ilerlemenin önünde engel kabul eden çevrelerin var olduğu bilinmektedir. Özellikle 17. ve 18. yüzyıllarda Batı toplumunun bu noktada büyük bir değişim sürecine girdiği ve ‘Aydınlanma’ olarak kabul edilen düşünce hareketinin bir neticesi olarak özellikle Batı düşüncesine yön veren kimi entelektüellerin dünyevileşme sürecini yaşadığını görmekteyiz.

Söz konusu bu değişimin son dönem Osmanlı’da da hissedilir etkilerinin görülmesi mümkündür. Son dönem Osmanlı aydınlarının özellikle Batı düşünürlerinin etkisinde kaldıkları ve söz konusu düşünürlerin Hıristiyanlığa yöneltmiş oldukları çeşitli iddiaları İslam dinine yöneltmeye çalıştıkları ve bu konuda dinleri insani ve toplumsal ilerlemenin önündeki engel olarak gördükleri bilinmektedir.

18. yüzyıl ile gerçekleşen yenilenme veya ıslahat, ardından da Tanzimat olarak ifadelendirilen hareketlerin etkisiyle ortaya çıkan modernleşme ve yenileşme arayışlarının temelinin Batı’nın Osmanlı karşısındaki üstünlüğüne dayandığı kabul edilmiştir. Zamanla bu yaklaşımın Batılılaşma anlayışını ifade etmek üzere, muasır medeniyetlere ulaşma anlamında muasırlaşma ve daha anlaşılır kılınmak üzere zamanla çağdaşlaşma olarak kullanıldığı görülmektedir.

Doğal olarak bu arayışlardan İslâm dini ve toplumun din anlayışı da ciddi manada nasibini almış ve bazı çevreler tarafından bütün bozukluk İslam dinine fatura edilmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminde doğup yetişen ve aynı zamanda Cumhuriyet aydınları arasında da yer alan özellikle Ziya Gökalp (18761924), Abdullah Cevdet (18691932), Celâl Nuri İleri (18821936), Necmeddin Sadak (18901953), Hüseyin Cahit Yalçın (18751957) ve Kılıçzade Hakkı (18721959) gibi isimler İslam dini ile onun öğretilerine yönelik olarak Batı tarzı bir eleştirel yaklaşımda bulunmuşlardır.

Söz konusu aydınların genelde geleneksel dinlerin tümüne, özelde ise İslam dinine getirmiş oldukları pek çok eleştirel yaklaşımdan hareketle, onların 18. ve 19. yüzyıl materyalizm ve pozitivizm düşüncesinin etkisinde kaldıkları görülmektedir. Bu noktada, Tanzimat hareketi ile birlikte neşredilmeye başlayan çeşitli kitap, dergi, gazete ve ansiklopedik çalışmalar ile özellikle Batılı yazarların çalışmalarından yapılan çevirile­­ rin de dönemin aydınları üzerinde oldukça etkili olduğu bilin­ mektedir­. Münif Mehmed Paşa’nın (18301910) öncülüğünde gerçekleştirilen Mecmûai Fünûn adlı aylık ilim, fen ve kültür eksenli dergi, Batı dünyasında gerçekleştiği­ kabul edilen Aydınlanma düşüncesinin tanıtılmasını sağlarken onun Muhâve­ râtı Hikemiyye (1859) isimli eseri, Voltaire ve Fontenelle gibi yazarların felsefi diyaloglarından oluşturulmuştu. Mecmûai Fünûn’un 18. yüzyıl Fransa’sında Aydınlanma düşüncesinin neşir­ vasıtası olarak görülen Grande Encyclopédie’nin üstlen diği rolün bir benzerini 19. yüzyıl Türk düşüncesi içinde gerçekleştirmeye çalıştığı görülmektedir.

Aydınların din kurumlarına bakışlarını, etkisi altında kaldıkları materyalistpozitivist felsefeler belirlemiş, bilim karşısında artık dinin hiçbir geçerliliği kalmadığı inancıyla Abdullah Cevdet gibi aydınlar tarafından artık modern dinin bilim olduğu ifade edilmiştir. Celâl Nuri de Hz. Muhammed’in tebliğ ettiği dinin, maddi ve ilmi gerçek dışında bir şey içeremeyeceğini bu yüzden dinin hiçbir yüce esasa dayanamayacağını savunurken, dini; anlayış seviyesi düşük olan halka, anlaşılması mümkün olmayan şeylerin Allah sembolü ile anlatılması olarak tarif etmiş, bilime göre doğru ve iyi olarak görülen şeylerin, İslam dini demek olduğunu iddia etmiştir. Abdullah Cevdet: “Darwin nazariyesinin okutulmasını küfür sayan bir ülke, hala Ortaçağlarda yaşıyor demektir. Böyle bir ülkenin yirminci yüzyıl dünyasında yaşama hakkı yoktur. Sarıklı, sarıksız, ezilmek istemeyen her kafa artık bunu anlamalıdır” demek suretiyle, 19. ve 20. yüzyıl ateizminin, canlılığın ortaya çıkış sürecini açıklamaya yönelik çabalarının dayanaklarından biri olarak kullanılan evrim teorisinden hareketle din ve bilimi birbirinden ayırmaya çalıştığını görmek mümkündür.

Dini, toplumsal hayatın ve insan hayalinin bir ürünü olarak gören ve çıkar elde etme arzusunun bir sonucu olarak oluşturulup devamı sağlanmaya çalışılan bir kurum olduğuna yönelik inancın, Abdullah Cevdet, Celal Nuri, Kılıçzade Hakkı ve Necmeddin Sadak gibi aydınlara hakim olduğu görülürken, Gökalp de dinin toplumsal hayatın bir ürünü olarak ortaya çıktığı kanaatindedir. Düşünürlere göre tarih boyunca din, siyasî bir çıkar elde etme ve hükmetme arzusu neticesinde ortaya çıkan ve kaynağı insan aklı olan bir uydurmadır. Yine dinler tarih boyunca birbirlerinden etkilenerek oluşmuşlardır.

İnsanlık tarihine bakıldığında dinin insanların medenileşmesi, gelişip ilerlemesinde oldukça hayati bir yere ve öneme sahip olduğunu görmek mümkündür. Peygamberlerin gönderilmesiyle birlikte içinde bulundukları toplumların kısa bir zaman içinde sapkın inanç ve uygulamaları terk ettikleri, sosyal, beşeri ve ahlaki anlamda üstün duruma geçtikleri görülür. İnsanlık tarihi doğru bir şekilde incelendiğinde bu gerçek açık bir şekilde ortaya çıkacaktır. Örneğin Peygamberimiz Hz. Muhammed’e Kur’anı Kerim ayetlerinin vahyedilmesi ve bu vahyin tamamlanmasıyla birlikte İslam dini adeta çorak çölün ortasında yeşeren gösterişli ve verimli bir bahçe gibi tarih sahnesine çıkmış, özellikle 9. ve 13. yüzyıllar arasında bir anlamda altın çağını yaşayarak insanlık tarihinde benzerine az rastlanır şekilde derin ve kalıcı izler bırakmakla kalmayarak, aynı zamanda modern Batı düşüncesinin temellerinin atılmasında da gerçek manada etkili bir rol oynamıştır.156 Dolayısıyla ortada ilerlemenin önünde engel gibi gözüken bir şey söz konusu edilecekse bu, gelişmeye mani olan din değil, belki dini zaman içinde yanlış yorumlayan kişi ve kurumlardır. Günümüz dünyasında da din, tarih boyunca sahip olduğu misyonunu devam ettirmekte, her türlü yorumun üzerinde olan korunmuş vahiy sayesinde manevi bir boşluk ve arayış içinde olan günü İslamiyet’in teoloji, bilim, sosyoloji, felsefe ve estetik gibi pek çok alanda nasıl bir medeniyet inşa ettiği ve bunun tüm dünyayı etkileyen sonuçları başlı başına bir çalışma konusu olduğundan, çalışmanın sınırları da dikkate alınarak burada fazla detaya girilmemiştir. Ancak bilinmesi gereken bir gerçek vardır ki bu da günümüz dünyasının sahip olduğu insani, ahlâki ve estetik değerlerin büyük çoğunluğu hak dinler tarafından ortaya konulmuş ve benimsenmiş evrensel değerlerdir. Bunun en önemli göstergesi bu dinlerden uzak milletlerin toplumsal ve ahlaki açıdan yaşayış şekilleridir. Günümüz insanının manevi hastalıklarına şifa olmaktadır. Bununla birlikte genellikle dini ya da dindarları gericilik le suçlayan çevrelerin çoğu zaman suçladıkları kişilerin ‘geriliklerinden’ daha da geri ve bağnaz bir şekilde insanların inançlarına, kılıkkıyafetlerine ve yaşam şekline müdahalede bulundukları ve sadece kendileri gibi olan insanlara yaşam hakkı tanıdıkları, kendileri gibi olmayan kişileri ise aşağıladıkları görülür. Bu tip insanların ilerici olmaktan anladıkları insanların özgür bir şekilde inanma ve giyinme haklarını ellerinden almaya ve tek tip insan modeli yaratmaya yönelik bir dönüşümdür. Oysa tarih sahnesinin defalarca açılıp kapanan perdeleri, bu oyunun hiçbir bölümünün insanların çoğunluğu tarafından itibar görmediğini açık bir şekilde gözler önüne sermiştir.