Din nedir? Din’in tarifi ve anlamı nedir? İslam’da dinin yorumu, tanımı ve gayesi!

“De ki: İşte benim yolum… Ben insanları körü körüne değil şuurla ve basiretle Allah’a davet ediyorum. Ben de bana uyanlar da böyleyiz.[25]

Dinin tarifi ile meşgul olanların başında dinler tarihi, sosyoloji ve psikoloji uzmanları ile filozoflar gelir. Bunlar, tarih boyunca insanın dinle olan münasebetlerini göz önünde bulundurarak din olgusunu anlatmaya veya kendi düşünce sistemleri içinde inanç duygusunu açıklamaya çalışmışlar, fakat yaptıkları tanımlar konusunda birbirini tenkit etmekten kurtulamamışlardır.

İslâm âlimleri ise mutlak mânada “hak din”i göz önünde bulundurarak şöyle bir tanım yapmışlardır: “Din Allah tarafından kurulan bir sistem olup, akıl sahiplerini kendi irade ve tercihleriyle, bizzat hayırdan ibaret bulunan ve peygamber tarafından tebliğ edilen şeylere sevkeder.”

Şimdi bu tanımı açmaya çalışalım:

  1. Din her şeyden önce Allah Teâlâ tarafından konulmuş bir kanun ve bir nizamdır. İnsanların ortaya koyduğu fikirler, düzenlediği sistemler belki bir felsefe sistemi, bir doktrin olabilir fakat din olamaz. Dinin kaynağı mutlaka beşer üstü, tabiat üstü, madde ötesi olmalıdır. Bu varlık da sadece Allah Teâlâ’dır.
  2. Akıl sahipleri demek erginlik çağına gelmiş, şuuru yerinde mükellefler (insanlar ve cinler)[26] demektir. Buna göre aklî yeteneğini kullanamayan çocuklar ile şuuru yerinde olmayan kişiler, dinin mükellefiyet alanına girmez.
  3. Dinde “akıl” şartından başka bir de “irade” şartı vardır. Dinin hükümlerini ve tâlimatını benimsemek ve hayata tatbik edebilmek için sadece akıllı olmak kâfi değildir. “Her akıl sahibi mutlaka dindar olur.” demek mümkün değildir. Dindar olabilmek için kişinin, iradesini de din alanına çevirmesi ve gönlüyle ona bağlanması gerekmektedir. İman konuları kesin gerçeklerdir. Fakat bunların bazıları vardır ki (Allah’ın zatı, meleklerin varlığı, kıyamet halleri gibi) duyu organlarıyla idrak edilemez. Onları kavrayıp anlayacak olan akıl, aklı bu sahaya çevirip çalıştıracak olan ise iradedir. Ayrıca dinî vazifeleri yerine getirirken bazan insanın bedenî arzuları ve nefsânî duyguları karşı çıkıp direnebilir. Bu sebeple dinin esaslarına inanmak, gerekli kıldığı hususları yerine getirmek, başka bir deyişle dindar olabilmek için iradenin harekete geçmesine mutlaka ihtiyaç vardır.
  4. İslâm âlimlerinin sundukları din tarifinde yer alan “bizzat hayır” ifadesine gelince, bunun mânası şudur: Dinin insanlara benimsetmek istediği gerçekler, nisbî ve şartlı olarak değil, her bakımdan hayırdır, iyi ve güzeldir.

“Hayır” mefhumu tarih boyunca insanların anlayışına göre çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Kimine göre fayda sağlayan, kimine göre haz veren şey… hayırdır. Tabii bunlar fayda sağlamadığı veya haz vermediği takdirde hayır olmaktan çıkar. Bizim tarifimizde yer alan hayır ise her bakımdan ve daima bu vasfını korur, İslâm âlimleri buna “ebedî saadet” veya “dünyada dirlik, âhirette mutluluk” demişlerdir.

Burada konuyla ilişkili bir hususa daha işaret etmek gerekir. Hak dinin temel ilkelerinden biri âhirete inanmaktır. Âhiret hayatı dünyadaki sınırlı hayatın devamı olup, ölümsüz ve sonsuzdur. Dünya inanç ve eylem, başka bir deyişle iman ve amel ülkesi iken âhiret, önceki kazanımların karşılığını bulma, ceza veya mükâfata ulaşma âlemidir. Bazı insanlar dünya hayatında elden gelen gayreti sarfettikleri halde bu olumlu davranışlarının mükâfatını, bu “mutlak hayr”ın karşılığını bulmayabilirler. Şüphe yok ki böylelerinin ölüm ötesi âlemindeki mükâfatları büyük olacaktır. Cenâb-ı Hakk’ın herhangi bir kuluna zulmetmesi söz konusu değildir. Bu açıdan bakılıp da hayır-şer, mükâfat-ceza mukayesesi yapılırken dünya ile âhiret arasındaki sınırın kaldırılması gerekmektedir.

Dinin sunduğu bu gerçekler, insanlara iletmek istediği bu hayırlar peygamber tarafından vahiy yoluyla Allah’tan alınmış ve topluluklara tebliğ edilmiştir. Dini koyan (vazeden) Allah Teâlâ’dır, onu insanlara tebliğ eden ise peygamberlerdir. Bu yönüyle din peygamberlere de nispet edilmiştir: “İbrâhim peygamberin dini, Muhammed aleyhisselâmın dini” gibi.

“Mutlak hayır, her bakımdan iyi ve güzel” diye vasıflandırılan ve peygamberler tarafından insanlara haber verilip öğretilen gerçekler, hak dinin konusunu ve muhtevasını teşkil eder. Biz bu gerçeklere “dinî hükümler” diyecek ve aşağıda kısaca onlardan bahsedeceğiz.

Şüphe yok ki kâinatı yaratan, onu başlangıçta koyduğu bir tekâmül çizgisi üzerinde geliştiren, belli bir hedefe doğru yürüten Cenâb-ı Hak’tır. Kâinatın bir parçasını ve yaratılmışların en şereflisini teşkil eden insanın da elbette bir yaratılış gayesi ve bir tekâmül çizgisi vardır. Kur’ân-ı Kerim’de bu yaratılış gayesi “Allah’a kulluk” olarak belirtilmiştir. Kulluk, aklın Allah’ı tanıması, bilmesi ve iradenin O’na yönelip bağlanmasıyla gerçekleşir. İnsanın tekâmül hedefi, “sırât-ı müstakîm” (dosdoğru yol) olarak vasıflandırılan hak dinin kılavuzluğuyla Allah’a ulaşmak, kurtuluşa ermektir.

İşte İslâm âlimlerinin sunduğu din tarifi, bütün bu önemli noktalara işaret etmekte ve Hz. Âdem’den başlayıp Muhammed aleyhisselâmla sona eren peygamberler kafilesinin insanlığa tebliğ ettiği hak dini açıklamaktadır. Bu dinin adı İslâm’dır.