Günümüz insanın cevap aradığı sorulardan biri de gizemciliktir. Bilinmeyeni bilmeye çalışma, görünenin arkasında anlam arama veya eşyanın gizli yüzünü keşfetme, tarihte olduğu gibi günümüz insanının da merakını çekmektedir. Hiç şüphesiz ki inanç, insanın amelî yönüne olduğu kadar ruhî yönüne de hitap etmektedir ve ruhun gizemi ise insan tarafından hâlâ tam anlamıyla keşfedilmiş değildir.
Dinî hayatın bütünlüğünü ve derinliğini her zaman tecrübî alanın sınırları içinde tüketebilmek mümkün görünmemektedir. Bu bir gerçek olmakla birlikte, özellikle son yıllarda sır, gizem, şifre gibi kavramlar ekseninde dinî hayat yeniden okunmuş, dinî nassların bugüne kadar keşfedilemeyen anlamlarının keşfedildiği iddia edilmiştir. Sır ve sırlarla dolu hayatı konu edinen televizyon programlarına rastlamak artık sıradanlaşmıştır.
Bu konu öylesine vurgulu bir şekilde ve sıklıkla gündeme gelmektedir ki âdeta Kur’an bir havass kitabı ve bilinmeyen bir kara kutu gibi takdim edilmekte ve bütün bu tartışmaların ortasında kalan günümüz insanı da akıl ve iradesiyle seçmek, çalışmak, gayret etmek ve sonucu Allah’a bırakmak yerine, bilinmeyen âlemlerden gelecek gizemli kurtarıcılar beklemeye başlamıştır.
İslâm kültüründe “gizemcilik” ya da “bâtınî” yorumlar büyük ölçüde tasavvufî hayat içinde kendine yer bulmuşsa da, bunun günümüz sırcılık veya gizemciliğiyle bir alâkası bulunmamaktadır. Çünkü tasavvufî hayat, nasslara bir başka açıdan ve daha derinden bakmayı ve okumayı öngörür. Çoğu kere nassların bâtınî yönlerini esas alsalar da, ulaşılmaya çalışılan amaç, onların yeni ve daha derin bir anlatımıdır.
Gizemcilik, sır ve sırra inanmayı dile getiren Türkçe “gizem” kelimesinden türetilmiş bir isimdir.106 Tanımından da anlaşılacağı üzere bir inanış biçimini dile getirmektedir. Başka bir anlatımla da bilgiye ulaşmada aklın yerini sezgi ve keşfin almasıdır. Kuşkusuz ki İslâm düşüncesinin akılcı yönünü temsil eden kelâm âlimleri, sezginin, keşfin veya ilhamın gerçekliğini reddetmemektedirler. Aksine bunların kişiye özgü olması ve genel geçer olmamaları sebebiyle bilgi kaynakları arasında görmemektedirler.
Sûfî düşüncede yer bulan keşf ve ilhama dayalı gizemcilik ile Batı gizemciliği arasında da fark mevcuttur. Çünkü İslâm tasavvufu yöntem olarak keşf ve ilhama dayalı olsa da, dini düşüncenin aklî cephesini reddetmemektedir. Batı’da ise meselenin aklî yönü yok sayılmakta, düşünce tamamıyla derunî sezgilerle ifade edilmekte ve bugün artık bir problem haline dönüşen gizemcilik anlayışlarına zemin hazırlamaktadır.
Kur’an, ilâhî bir kitaptır ve hiçbir yorumun tüketemeyeceği bir anlam zenginliğine sahiptir. İlk bakışta hemenanlaşılabilecek kadar açık âyetleri olduğu gibi, üzerinde düşünme ve tefekkürü gerektiren derin ve çok anlamlı (müteşâbihât) âyetleri de mevcuttur. Ancak her hâlükârda anlaşılmayan, sırlı ve şifreli kalan âyetler mevcut değildir. Çünkü o, apaçık bir kitaptır. Kur’an’ın sırlı ve şifreli âyetleri olduğunu iddia etmek, onun apaçık kitap oluşu gerçeğine aykırıdır.
Kur’an’da şifreli âyetler bulunmamakla birlikte, onda şifreler bulunduğunu ileri sürmek, onu tebliğle görevli olan Hz. Peygamber’in de onları açıklamamış olması anlamına gelir. Bu durumda tebliğ görevini tam anlamıyla yerine getirmemiş olacaktır ki, bu Hz. Peygamber’e yöneltilmiş ağır bir itham olacaktır.
Ayrıca Kur’an bütün insanlığa indirilmiş bir kitap olduğuna göre, birtakım âyetlerin yalnızca belli insanların anlayabileceği türden şifrelenmiş olduğunu ileri sürmek, onun evrenselliğine de halel getirecektir. Bu durumda, Kur’an’ın anlam dünyasının geniş olduğunu, farklı yorumlar yapılabileceğini ve bazı âyetlerin çok anlamlı olduğunu düşünmek mümkündür. Bugüne gelinceye kadar pek çok müfessir tarafından Kur’an âyetleri yorumlanmış ve müteşâbih âyetler bile Kur’an’ın bütünlüğü içerisinde bir anlama kavuşturulmuştur. Yorumu yapılamayan, anlaşılamayan ve şifreli olduğu düşünülüp yorumlanamayan âyet mevcut değildir. Zira Kur’an bir şifreler kitabı değildir.
Diğer taraftan gizemcilik, hayatın asla gerçekten bilinemeyeceğinin, özünde bilinmez oluşunun ilanıdır.107 Gizemciliğe göre hayatı pek çok açıdan ele almak mümkün olmakla birlikte, onun en önemli boyutu bilinmeyen yönüdür. Ancak şunu belirtmeliyiz ki insan hayatını tek bir bakış açısıyla açıklayabilmek çoğu kere mümkün olmasa da, yine de o insan için bir bilinmezler yumağı değildir. Aksi takdirde insandan bilmediği ve tanımadığı bir hayatı yaşaması istenmiş olur ki, bu şartlarda hayatı sürdürmek imkânsızlaşır.
İnsan için önemli olan hayatın bilinmeyen ve gizemlerle dolu tarafı değil, aksine bilip tanıdığı ve diğer hayatlarla ilişkiye girebildiği, onun insan için âşina olan yüzüdür. Kaldı ki yüce yaratıcı gönderdiği peygamberler ve kitaplarla insanı aydınlatmış, yaşadığı dünyayı anlaması noktasında ışık tutmuş ve insanı bilinmeyen bir dünyanın vahşi yalnızlığına terk etmemiştir.
Dinî hayatın derinliği, zaman zaman bizi sırlarla dolu bir dünya ile karşı karşıya getirebilir. Hiç şüphesiz ki Allah, sevdiği kullarından lutfunu esirgememiş ve çeşitli vesilelerle onları desteklemiştir. Ancak unutmamak gerekir ki, insan akıl ve irade sahibi bir varlıktır. Allah da aklıyla ve iradesiyle güzel ve doğru olanı seçen, güzel amel işleyen kullarına yardım eder. Çünkü insan hayatta ne yapmışsa dünya ve âhirette onun karşılığını görecektir.
Hayattan tamamıyla el etek çekmek, çalışmamak ve buna rağmen her zaman sırlı ve gizemli kurtarıcılar beklemek, inancımızla bağdaşan bir durum değildir. İnsan dünya hayatında kendinden bekleneni yapar, güzel ameller işler ve Allah’ın sevdiği kullar arasına girerse, Allah görünen veya melekler gibi gözle görülemeyen yardımcılarıyla onu destekleyecektir.