Kur’an’a göre insanın Allah katındaki değerini belirleyen şeylerin neler olduğunun ayetler üzerinden izah edildiği bölümde de vurgulanmaya çalışıldığı gibi bir insanın Allah katındaki değerini belirleyecek olan şey takva yani Allah’a karşı duyarlılık ve sorumluluk bilincidir. Erkek ve kadının yaratılış açısından birbirlerine üstünlüğü ya da birinin diğerine göre önceliği gibi bir durum söz konusu değildir. Ancak farklı meziyet ve potansiyelleri nedeniyle birbirlerinden üstün olabildikleri yönlerinin olması da gayet doğal ve mümkündür. Erkeklerde öne çıkan bir meziyetin bazı kadınlarda da ya da kadınlarda öne çıkan bir meziyetin bazı erkeklerde de görülmesi mümkündür. Kur’an’ın erkeği kadına üstün tuttuğu yönündeki bazı iddialara çeşitli başlıklar altında cevap verilecek ve bu anlayışın Kur’an’dan değil geleneksel din algısından kaynaklandığı gösterilecektir. İslam kültürü içinde kimi Müslümanların kadınlara yönelik olumsuz bakışlarının nedeni Kur’an değil, din adına uydurulan rivayetlerdir.
Yaratılış
Erkeği kadından üstün tutan ve kadın üzerinde egemen kılan anlayışın temellerinin yaratılışın başlangıcına kadar dayandırıldığı görülebilir. Geleneksel anlayışta önce erkeğin, sonra ondan alınan bir parçadan da kadının yaratılmış olduğu kabul edilir. Üstelik bu durumun çeşitli ayet ve hadisler ile desteklenmeye çalışıldığı bilinir. Erkek ve kadının yaratılışı meselesine “İnsan nesli Âdem ve eşinin çocuklarından mı çoğaldı?” başlıklı bölümde de dikkat çekilmişti ancak konunun önemi ve bu sorunun cevabı ile olan ilişkisi nedeniyle meselenin bu bölümde de tekrar edilmesi yerinde olacaktır. Kur’an’da tüm insanların aynı cevherden yani aynı özden yaratıldığı vurgulanmaktadır.1356 Ayetin “Ey insanlar” hitabı ile başlaması yaratılan her insanın aynı özden yaratıldığına dikkat çekmek içindir. Ayette Hz. Âdem’den de eşinden de söz edilmemektedir. Hem Âdem’in hem eşinin hem de tüm insan neslinin yaratıldığı candan yani özden söz edilmektedir. Ayette geçen “tek bir nefis” ifadesi Hz. Âdem’i, “eşini de ondan yaratan” ifadesi de eşinin Hz. Âdem’den yaratıldığını değil aksine Âdem’in de eşinin de aynı özden yaratıldığını ifade etmektedir. Üstelik ayetin başında “sizi tek bir nefisten yaratan” ifadesi tüm insanların, Âdem ve eşi her neden yaratıldılarsa o şeyden yaratıldıklarını vurgulamaktadır. Geleneksel kaynaklarda kadının erkeğin kaburga kemiğinden yaratıldığı için eğri olduğu, bu yüzden tam olarak düzeltilmelerinin mümkün olmadığı şeklinde Kur’an’a ve fıtrata aykırı iddialar bulunmaktadır. Bunu iddia eden rivayetlerin Eski Ahid kaynaklı olduğunu anlamak zor değildir. Eski Ahid’de kadının Hz. Âdem’in kaburga kemiğinden yaratıldığı anlatılmaktadır: “Rab Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Âdem’e getirdi.”
Bu açıklama Kur’an’a uygun olmadığı gibi ayetlerde, eşinin Hz. Âdem’den alınan bir parçadan değil onunla aynı özden yani aynı nefisten yaratıldığı söylenmektedir. Âdem’in eşinin Âdem’den alınan bir parçadan yaratılmış olduğunu iddia etmek, Âdem’in kendinden yaratılan bir parça ile eşleştiğini söylemektir. Oysa tek bir nefisten yaratılmak ile kastedilen şeyin aynı türden yani insan türünden yaratılmak olduğu açıktır. Ayetlerde “Allah, size kendi nefislerinizden eşler yaratmış, eşlerinizden de sizin için oğullar ve torunlar yaratmıştır.” denilmektedir. Yine ayetlerde kendileriyle kaynaşılması için kendi türümüzden (nefislerimizde) eşler yaratılmış olmasının, erkek ve kadın arasında sevgi ve merhamet var edilmesinin Allah’ın kudretinin delillerinden olduğu söylenir. Ayetlerde kendi parçamızdan bize eşler yaratıldığı değil, kendi türümüzden eşler yaratıldığı söylenir. Üstelik Hz. Âdem’in önce, eşinin ise sonra yaratıldığı da söyleniyor değildir. Ayette aynı özden eşlerin yaratıldığına dikkat çekilmekte ancak kimin önce ya da sonra yaratıldığına dair bir detay verilmemektedir. İlla birinin diğerinden önce yaratıldığı düşünülecekse pekâlâ kadın da erkekten önce yaratılmış olabilir. Bu durumda aynı anda, aynı özden yaratılmış olan erkek ve kadından söz etmek daha doğru görünmektedir.
Kadının, Cennetten Kovulma Nedeni Olarak Görülmesi
Peygamberimizin üzerinden uydurulmuş bazı rivayetlerde “Eğer Havva olmasaydı, kadınlar kocalarına hiçbir zaman ihanet etmezdi.” denilmekte ve bu şekilde peygamberimize büyük bir iftirada bulunulmaktadır. Kadın olsun erkek olsun ihanetin sebebi kişilerin kendileridir. Bu sebep kişinin kendisinden başkasına dayandırılamaz. İnsanlar özgür iradeleri ile seçimlerini yaparlar. Bu türden iddiaların Eski Ahid ve İsrâiliyat temelli oldukları açıktır. Tevrat’taki bazı sözler, Yahudiliğin kadına bakışını özetler mahiyettedir. Âdem’i saptırarak ona ihanet edenin ve cennetten kovulmalarına sebep olanın kadın olduğu iddia edilir. Tevrat’ta şeytanın kışkırtmalarına uyan ve Allah tarafından kendilerine yasak edilen ağacın meyvesinden ilk yiyenin sonra da eşine yedirenin Havva olduğu ifade edilir. Allah Hz. Âdem’e neden o meyveden yediğini sorduğunda Hz. Âdem’in: “Yanıma koyduğun kadın ağacın meyvesini bana verdi, ben de yedim.” şeklinde cevap verdiği, Havva’nın ise “Yılan beni aldattı, o yüzden yedim.” diye karşılık verdiği ifade edilir. Bunun üzerine Allah’ın kadına: “Çocuk doğururken sana çok acı çektireceğim. Ağrı çekerek doğum yapacaksın. Kocana istek duyacaksın. Seni o yönetecek.” dediği, Hz. Âdem’e de: “Karının sözünü dinlediğin ve sana, meyvesini yeme dediğim ağaçtan yediğin için toprak senin yüzünden lanetlendi. Yaşam boyu emek vermeden yiyecek bulamayacaksın.” dediği söylenmektedir.1365 Görüldüğü gibi Tevrat’a göre şeytana uyan ve önce kendini sonra da Hz. Âdem’i saptıran kişi kadındır. Yahudi kaynaklarındaki kadın düşmanlığının temel sebeplerinden biri de bu inançtır.
Oysa Kur’an’da bu yasağı ihlal eden ve şeytanın vesvesesine uyan kişi Hz. Âdem’in eşi değil Hz. Âdem’dir. Kur’an’a göre şeytan, Hz. Âdem’e vesvese vermiştir. Ayetlere göre her ikisi de Allah’ın yasak ettiği ağaca yaklaşarak bu suçu işlemişlerdir. Ancak yapılan hata eşine değil Hz. Âdem’e yüklenmiştir. Dolayısıyla kadınların kocalarına ihanet etmelerinin sebebinin Havva olduğu yönündeki rivayetin kabul edilmesi de kadının cennetten kovulma nedeni olarak gösterilmesi de mümkün değildir. Zaten çıkarıldıkları cennetin yani bahçenin Allah katında değil bu dünyadaki bir bahçe olduğu, “Hz. Âdem ve eşinin çıkarıldıkları cennet bu dünyadan ayrı bir yerde midir?” başlıklı bölümde açıklanmıştır.
Kadın Düşmanı Rivayetlerin Etkisi
Hadislerde kadının cennete girme vizesi erkeğin elindedir. Çünkü kadınların erkekleri hoşnut etmeleri, cennete girmelerinde önemli bir etken olarak sunulmuştur. Kur’an’da ise cennete girme vizesi, erkek olsun kadın olsun kendi hazırlamış oldukları sonucunda, sadece Allah’ın elindedir. Bazı hadis rivayetlerine göre kadın; kocasının kulu, kölesi ve cinsel bir objedir. Kur’an’da ise kocasının koruyup gözetmesi, sevgi ve merhamet duyması gereken eşidir. “Hadisler olmadan Kur’an anlaşılmaz.” derecesinde açıklamalar yapanlar, hesap günü Allah’ın huzurunda nasıl duracaklar? Buhari, Müslim, Tirmizi, Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace gibi kişiler tarafından derlenen ve güvenilir kabul edilen hadis kitaplarında kadınlar ile ilgili akıl almaz ifadeler yer alır.
Kadınların akıllarının ve dinlerinin eksik olduğu, kaburga kemiğinden yaratıldıkları için eğri olduğu, bu yüzden tam olarak düzeltilmelerinin mümkün olmadığı ve onlardan sadece kendilerindeki eğrilikle yararlanılabileceği, kadınların kocalarına ihanet etmelerinin sebebinin Havva olduğu, erkeğe karısını neden dövdüğünün sorulamayacağı, cehennem halkının çoğunluğunun kadınlardan oluştuğu, kadınların çoğunluğunun cehennem odunu olduğu, cennet sakinlerinin en azının kadınlar olduğu, uğursuzluğun üç şeyde olduğu (at, kadın, ev), önünde sütre (bir engel) olmadığı halde namaz kılarken önünden geçtiği takdirde namazı bozan şeylerin köpek, eşek, domuz, Yahudi, Mecusi ve kadın olduğu, erkek hanımını yatağa davet ettiğinde kadın imtina edip gelmezse ve erkek öfkelenmiş olarak sabahlarsa kocası ondan razı oluncaya kadar semada olan meleklerin kadına gazap ve lanet edecekleri ve küskünlükle kocasının yatağından ayrı olarak sabahlayan kadının, melekler tarafından lanetleneceği iddia edilmiştir.
Yine hadis rivayetlerinde peygamberimizin: “Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım kadına, kocasına secde etmesini emrederdim.” “Şayet bir adam karısına, kırmızı bir dağdan siyah bir dağa, siyah bir dağdan kırmızı bir dağa (taş) taşımasını emretseydi, kadına düşen bu işi yapmaktı.” “Allah’a yemin ederim ki kadın, kocasının hakkını ödeyinceye kadar, Rabbinin hakkını ödeyemez! Eğer kadın deve semeri üzerinde iken, kocası onunla cinsel ilişkiye girmek istese kadın kocasına mani olamaz!” “Bir koca karısına ihtiyaç duyup da onu yanına çağırdığında, kadın ocak başında bile olsa hemen kocasının yanına gelsin.” “Hangi kadın, kocası kendisinden razı olarak vefat ederse cennete girer.” “Dünyadan ve kadından sakının, erkeklere, kadından daha zararlı bir fitne bırakmadım.” “İşlerini kadına havale eden bir topluluk iflah olmaz.” “İşleriniz kadınlara kalırsa sizin için yerin altı üstünden (ölmek yaşamaktan) daha hayırlıdır.” “Bir kadın kocası yanındayken, onun izni olmadan oruç tutamaz. Kocasının izni olmadan bir kimseyi evine alamaz.” “Dünyada bir kadın kocasını üzerse o kimsenin hurilerden olan hanımı o kadına şöyle seslenir: Allah canını alsın! Üzme onu! O senin yanında şimdilik misafirdir. Yakında senden ayrılıp bize kavuşacaktır.” dediği iddia edilmiştir.
Bununla beraber peygamberimizin; takma saç takan ve taktıran, dövme yapan ve yaptıran, kaşları incelten ve incelttiren, yüzündeki tüylerini yolduran, seyrek dişli güzel görünmek için ön dişlerinin aralarını yontan kadınların lanetlenmiş olduklarını söylediği ve bir mecliste insanlarla sohbet ederken güzel bir kadın gördüğü (başka bir rivayette ise yolda giderken bu kadını gördüğü), hemen eve gidip eşi Zeyneb ile birlikte olduğu sonra da meclise geri dönüp “Kadın şeytan suretinde gelir, şeytan suretinde gider. Şayet biriniz bir kadın görürse kendi eşine gitsin. Bu onun içindekini giderir.” dediği iddia edilmiştir.
Görüldüğü gibi güvenilir kabul edilen hadis kaynakları âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan peygamberimize iftiralar atan, özel hayatını çarpıtan ve onu, kadın düşmanı gibi gösteren birçok uydurma rivayeti ihtiva etmekte ve esasen bu türden iddialar ile peygamberimiz itibarsızlaştırılmaktadır. Söz konusu bu rivayetleri reddederek uydurma olduklarını söylemek varken, bu rivayetleri kutsal kabul ederek kurtarmaya çalışmak uğruna kırk dereden su getirerek açıklamaya çalışanlar ise ne kadar çaresiz ve tutarsız bir durumda olduklarını göremedikleri gibi, dine verdikleri zararları, insanları dinden uzaklaştırdıklarını ve din düşmanlarına nasıl malzemeler sunduklarını da fark edememektedirler.
Öte taraftan uydurma görüş ve iddiaların peygamberimizin öğretileriymiş gibi sunulmasının ve yüzlerce yıldır çeşitli kitaplara girmiş olan bu tür rivayetler ile insanlara dini eğitim verilmiş olmasının, geleneksel din anlayışına sahip Müslümanların önemli bir kısmındaki kadınlara yönelik olumsuz bakış ve yaklaşımların kaynağı olduğu açıktır. Kadınlara yönelik aşağılayıcı ifadelerin peygamberimizin vefatından sonra başladığı ve sonraki dönemlerde de devam ettiği görülmektedir. Abdullah b. Ömer’den geldiği kabul edilen bir rivayet meseleyi özetler mahiyettedir: “Peygamber devrinde hakkımızda ayet iner korkusuyla kadınlarımıza elimizi ve dilimizi uzatmaktan sakınırdık. Peygamber vefat edince, dilimizi ve ellerimizi onlara uzatmaya başladık.”
Kadınlarla ilgili uydurulan şeyler saymakla bitmez. Güvenilir kabul edilen hadis kitapları, kadınlara iftira ve aşağılamalarla doludur. Hadislerin toplanma döneminde; cahiliye döneminden, eski kültürlerden, birçok uydurma ile özünden saptırılmış olan Yahudilik ve Hıristiyanlıktan gelen, kadına bakış açısının dinselleştirilerek “hadis” başlığıyla dinimize sokulduğu görülmektedir. Kur’an’a iman eder gibi hadislere iman edenlerin, örnek verilen söz konusu bu hadisleri de dile getirerek savunmaları gerekir.
Hadislerdeki kadınlar ile ilgili bunca iftiraya rağmen hadislerin kadınlar tarafından savunulması da anlaşılabilir değildir. Üstelik burada verilen örnekler, en güvenilir kabul edilen hadis kaynaklarında geçmektedir. İkinci derece güvenilir kabul edilen Ahmed b. Hanbel gibi mezhep imamı ve hadisçilerin kaynaklarında da son derece yakışıksız iddia ve ifadeler bulunmaktadır. Söz konusu o derlemelerde de örneğin: “Şayet kocasının ayağından başında saçlarının ayrıldığı yerine kadar irin ve iltihapla kirlenmiş olsa sonra kadın ona yönelse ve kocasını dili ile yalasa onun hakkını ödeyemez.”, “Cüzzam hastalığının onun etini deldiğini, iki burun deliğini yırttığını, bu iki burun deliğinden kan ve irin aktığını görsen, sonra onun hakkını ödemek için ağzınla o iki burun deliğinden akanları yalayıp yesen, ebediyen onun hakkını ödeyemezsin.” türünden hadis rivayetleri görmek mümkündür. Şu rivayetlerdeki ifadelere ve bir hakkı tarif etmek için kullanılan cümleler ile verilen örneklere bakınca, bunları uyduran, uydurmakla kalmayıp bir de muazzez peygamberimize dayandıran insanların nasıl bir zihin dünyası olduğunu teşhis etmek mümkün değildir. Bu tür rivayetleri üretenler ve Kur’an’a rağmen bu rivayetlerin arkasında durup onları savunanlar, İslam gibi muhteşem bir inanç sistemini ve Hz. Muhammed gibi güzel bir örneği tanınmaz hale getirdiler. Oysa Kur’an; erkeklerin, kadınlar üzerindeki haklarına denk, kadınların da erkekler üzerinde meşru hakları olduğunu söyler. Dolayısıyla Kur’an göre kadınların erkekler üzerindeki hakkı, erkeklerin kadınlar üzerindeki hakkı ile aynıdır.
Kadın Düşmanı Rivayetlerin Yahudilik ve Hıristiyanlıktaki Arka Planı
Peygamberimizden sonra uydurulan birçok rivayetin Yahudilik ve Hıristiyanlık kökenli olduğu görülebilir. Kadın konusundaki yanlış algının en öncelikli nedenlerinden biri de, söz konusu bu kaynaklardan Müslümanların kültürüne girmiş olan çeşitli inanç ve kabullerdir. Tevrat metinlerinde kadını aşağılayan şu ifadeler dikkat çekicidir: “Kimi kadını ölümden acı buldum. O kadın ki, kendisi tuzak, yüreği kapan, elleri zincirdir. Tanrı’nın hoşnut kaldığı insan ondan kaçar, günah işleyense ona tutsak olur.” “Gücünü kadınlara, gençliğini kralları mahvedenlere kaptırma!”1399
Bilindiği gibi Talmud, Yahudi sözlü geleneğinin ve Rabbânî hukukunun temel eseri ve Tevrat’ın yorumu olarak görülür. Mişna ve Gemara adlı iki bölümden oluşur. Tevrat’tan ve Zebur’dan sonra en kutsal Yahudi metni olarak kabul edilir. Talmud metinlerinde ise Tevrat’tan daha da çarpıcı şekilde kadınlar ile ilgili son derece yakışıksız ifadeler görmek mümkündür. Geleneksel Yahudi din anlayışını şekillendiren ve bizdeki hadis ve sünnet geleneğine karşılık gelen Talmud’un, insanların din yaşantıları üzerinde Tevrat’tan bile daha fazla etkili olduğu söylenebilir. Talmud’daki kadına yaklaşımla ilgili bazı hususlar şu şekilde özetlenebilir:
“Talmud araştırmacılarına göre genel olarak Talmud metninin hemen hemen tamamı, ‘kadından nefretin’ (misogynie) mücessem temsilidir. Öyle ki, bu durum modern dönemlerde dahi kendini açıkça hissettirmiştir. Mesela, Maharale de Prague, her ne kadar kendi döneminde aristokratik bir düşünceyi temsil etse de, eserlerinde daima ‘kadının maddi değerinden’ bahseder. Kadınların konumuna dair Talmud metnindeki en ilginç cümle, bir erkek Yahudi’nin sabah kalktığında yaptığı ilk duada ‘kendisini kadın olarak yaratmadığı için’ Tanrı’ya şükrünü ifade ettiği şu cümlelerde yer alır: ‘Her erkeğin günde bir defa şu üç konuda şükür duasını dile getirmesi gerekir: Tanrı’nın kendisini İsrailoğlu’na mensup kıldığı, kadın olarak yaratmadığı ve kendisini cahillerden yapmadığı için.’ Talmud’a göre kadın, insanda bulunan on hatadan dokuzuna sahiptir. O, şahitlik yapma yeteneğine sahip değildir. Bu konuda o, bir ‘deliden’ veya bir ‘çocuktan’ farksızdır. Evlilik, bir ‘alış-veriş’ akdidir ve bu akitte kadın ‘kendini satmaktadır’. Evlenen kadının ‘sahibi’ artık kocasıdır. Bu nedenle, kocanın izni ve rızası olmadan evliliğe son veremez. Bir erkeğin evleneceği kadını önceden tanıması ve görmesi gerekir. Zira erkeğin evleneceği ‘kadından hoşlanması’ gerekir. Bu, evliliğin sağlıklı olması için gereklidir ve bu da ‘komşunu seveceksin’ emrinin tahakkuk edebilmesinin bir gereği olarak görülür. Oysa kadının evleneceği erkeği yani ‘nişanlısını’ önceden görmesine ve tanımasına gerek yoktur. Zira bir kadın için ‘herhangi bir erkekle’ evlenebilmesi dahi ona mutluluk olarak yeter. Kadının evlilikteki görevi ise, çocukları büyütmek ve kocasını ‘günaha düşmekten korumaktır’. Yahudilikte, cemaatle ibadet edebilmek için 10 kişi gereklidir ve buna ‘minyan’ kuralı denmektedir. Ancak, cemaatle ibadet edebilmek için gerekli olan 10 kişilik sayıda kadının yeri yoktur. Buna göre, cemaatle ibadet edebilmek için en az 10 erkek gereklidir. Talmud, erkeği uyarır ve ‘ona (kadına) dikkat et; zira çok çabuk ağlar’ demektedir. (…) Kadının en çok mutlu olduğu şeyin, giyim-kuşam ve süslenme olduğu da vurgulanmaktadır. Kadınla ilgili bir diğer tespit ise, onun olduğu yerde ‘büyü ve batıl inançların’ bolca bulunacağıdır.”
Görüldüğü gibi Talmud metninde kadınlarla ilgili yer alan yakışıksız ifade ve iddiaların tamamına yakınının, hadis kimliği kazanmış bir şekilde İslam inancının içine sokulmuş olduğunu anlamak zor değildir. Allah’ın, Kur’an ayetlerinde Yahudi ve Hıristiyanlar üzerinden yaptığı uyarılar boş yere değildir. Ancak belli ki Müslümanlar bu uyarıları gerektiği gibi dikkate almadıkları gibi üzerlerine de alınmamışlar ve böylece bu türden uydurmaların, olduğu gibi İslam’ın içine sızmasına engel olamamışlardır.
İncil’deki bazı sözlerden de Hıristiyanların kadına bakışını anlamak mümkündür: “Ey kadınlar, Rabbe bağımlı olduğunuz gibi, kocalarınıza bağımlı olun. Çünkü Mesih bedenin kurtarıcısı olarak kilisenin başı olduğu gibi, erkek de kadının başıdır. Kilise Mesih’e bağımlı olduğu gibi, kadınlar da her durumda kocalarına bağımlı olsunlar.” “Ama şunu da bilmenizi isterim: Her erkeğin başı Mesih, kadının başı erkek, Mesih’in başı da Tanrı’dır.” “Çünkü erkek kadından değil, kadın erkekten yaratıldı. Erkek kadın için değil, kadın erkek için yaratıldı.”
“Kadın sükûnet ve tam bir uysallık içinde öğrensin. Kadının öğretmesine, erkeğe egemen olmasına izin vermiyorum; sakin olsun. Çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratıldı; aldatılan da Âdem değildi, kadın aldatılıp suç işledi.” Kadınlar toplantılarınızda sessiz kalsın. Konuşmalarına izin yoktur. Kutsal Yasa’nın da belirttiği gibi, uysal olsunlar. Öğrenmek istedikleri bir şey varsa, evde kocalarına sorsunlar. Çünkü kadının toplantı sırasında konuşması ayıptır.”
Yine Hıristiyanlıkta kadının yerinin evi olduğu ve dışarı çıkmasının ancak şu gerekçeler ile olabileceğine dair inançların varlığı, Allah tarafından gönderilen ve insan yaratılışına uygun olan dinin doğasının insanlar tarafından nasıl bozulduğunu anlamak açısından önemlidir. Hıristiyan kültürü içindeki bir atasözü şu şekildedir: “Bir kadın evinden dışarıya üç kez çıkmalıdır: Vaftiz edildiği, evlendiği ve öldüğü zaman. Kadın, kedi ve baca evi hiç terk etmemelidir.”
Görüldüğü gibi geleneksel din algısının sahip olduğu bu anlayışın tarihi kökenleri, geleneksel Yahudi-Hıristiyan kabullerine ve Allah adına uydurdukları yalanlara dayanmaktadır. Oysa Allah Kur’an’da birçok ayette bu sapkınlıkları sebebiyle kitap ehli olan Yahudi ve Hıristiyanları uyarmıştır.
Kur’an’da Kadın ve Erkek
Yukarıda alıntılanan ve Kur’an’a uygun olmayan birtakım rivayet ve kabuller sebebiyle bazı kişi ve çevrelerin kadına bakışı, kadının dişiliği ve cinsiyeti üzerindendir. Bu sebeple erkeği cinsel anlamda tahrik edecek ve günaha sokacak bir obje olarak görülen ve erkeklerle aynı ortamda olmasından sesinin duyulmasına kadar her şeyi haram sayılan kadın, erkek egemen söylem altında aşağı bir varlık, hatta kimilerince şeytan olarak görülür.
Oysa Kur’an kadına dişiliği üzerinden değil, kişiliği üzerinden, cinsiyeti üzerinden değil, şahsiyeti üzerinden bakar. Bu sebeple kadın cinsel bir obje olarak değil, erkek ile aynı hak ve sorumluluklara sahip bir birey olarak görülür. Allah’ın katında ve kitabı Kur’an’da cinsiyet üstünlüğü yoktur. Hiç kimse kendi seçimi olmayan cinsiyetini, övünme ya da yerinme unsuru olarak görmemelidir. Erkek olsun kız olsun, doğan her çocuk Allah’ın rahmetidir ve kimsenin kendi cinsiyetini seçme gibi bir özgürlüğü yoktur. Üstünlük cinsiyete değil duyarlı ve sorumluluk bilincine sahip bir birey olarak erdemli bir şahsiyet olmaya bağlıdır. Allah herkese yaptıkları iyiliklerin karşılığını en güzel şekilde verecektir.
Allah kullarının kendi rızasına uygun olarak ortaya koyacakları çabalarında cinsiyet ayrımı gözetmemektedir. Zira erkek olsun kadın olsun her ikisi de Allah tarafından yaratılmış ve insan türünden kılınmıştır. Erkek olsun kadın olsun bütün inananlar sadece hayatı değil, en başta Allah’a sonra Allah’ın tüm yarattıklarına karşı görev ve sorumlulukları da paylaşırlar.
Öte taraftan yine ayetlerin ifadesi ile inanan erkek ve kadınlar birbirlerine haram değil birbirlerine arkadaş ve dostturlar. Allah tarafından belirlenmiş olan iyi ve güzele özendirmede, kötü ve çirkin olandan sakındırmada, aynı derecede sorumluluk ve önem sahibidirler. Dolayısıyla insanları hayra çağırma ve güzel olana özendirme noktasında kadın ve erkeğin dayanışma içinde olmaları gerekmektedir. Evlerine hapsedilen ve en temel haklarından mahrum bırakılmaya çalışılan kadınların toplum içindeki hayrın bir parçası olması mümkün değildir. Bunu yapmak en başta Allah’ın ayetlerine muhalefet etmektir.
Kadın ve erkek, ayetin son derece zarif ifadesi ile birbirlerini koruyup gözeten, hata ve kusurlarını örten ve muhafaza eden elbise gibidirler. Dolayısıyla erkek ve kadın birbirlerini tamamlayarak güzelleştiren, insanın içindeki sevgi, saygı, merhamet ve zarafet bağını pekiştiren ayetlerdir.
İslam dininde kadın; eve kapanan, sosyal hayattan soyutlanan, Allah yolunda verilecek mücadeleden geri kalan ve tek vazifesi çocuk yapıp kocasını memnun etmek olan bir varlık değildir. Kadın da her anlamda mücadele etmeli ve toplumun önemli bir değeri olarak sorumluluklarını yerine getirmelidir. Allah Kur’an’da kadınlara haklarını savunma ve uğradıkları haksızlığa karşı mücadele etme yetkisini vermiştir. Kocasının kendisine yaptığı haksızlık sebebiyle durumunu peygamberimiz ile tartışan ve halini Allah’a havale eden bir kadın üzerinden, ilgili sureye adını da veren bir mücadele örneği buna delildir. Ayetten de görüldüğü gibi uğradığı haksızlık karşısında kadın evine kapanmamış ve peygamberimize gelerek hakkını sonuna kadar aramıştır. Bu mücadelesinin sonunda da kocasının kendisine yaptığı zıhâr zulmünü geçersiz kılan ayetler inmiştir. Ayetler her fırsatta kadın ve erkeğin eşitliğine vurgu yapmakta ve üstünlüğü cinsiyet üzerinden değil, Allah’a ve yarattıklarına karşı olan sorumluluk bilinci üzerinden belirlemektedir.
Birçok temel ve hayati meselede olduğu gibi kadın konusunda da Kur’an ayetleri tarafından ortaya konulan ve peygamberimiz tarafından en güzel şekilde yaşanılan din ile geleneksel öğretiler etrafında şekillenmiş din ve kültür algısı arasında çok büyük ve önemli farklar vardır. İslam adına Kur’an esas alınmadıkça, dinde olmayan şeylerin dinden sanılması, Allah ve resulü adına uydurulan rivayetlerin İslam olarak sunulması son bulmayacaktır. Kur’an’a, akla ve fıtrata uygun olmayan din sunumlarının ise insanları Allah’tan ve dinden uzaklaştırması kaçınılmaz olacaktır.
Şu gözlem son derece önemli ve durumu özetler mahiyettedir: “Kur’an-ı Kerîm, kadın ile erkek arasında hiçbir ayrım yapmamakta, her ikisine de aynı hak ve yükümlülükleri tevdi etmektedir. Ancak, kadın aleyhtarı yabancı kültürlerin İslâm’a girmesi sonucu, kadın asırlar boyu aşağılanmış ve toplumdan adeta soyutlanmıştır. Ve hâlâ soyutlanmaya devam edilmektedir, işte kadının toplumdan soyutlanması ve cahil bırakılması sonucudur ki, insanlığın en azından yarısı atıl, işe yaramaz hale getirilmiştir. Oysa erkeklerle aynı hak ve sorumluluklara sahip olan kadın, tıpkı erkek gibi devlet başkanlığı da dâhil olmak üzere onun yapabileceği bütün işleri ve görevleri yapabilir. Aksi görüşte olanlara önerim, Belkıs kıssasını dikkatle okumalarıdır. Şurasını hiçbir zaman unutmamak gerekir ki, mutlu bir gelecek, kadın ve erkeğin el ele vererek insicamlı bir şekilde çalışmalarına bağlıdır. Şu halde yapılacak en ciddi işlerden birisi de toplumun ihmal edilmiş olan bu kesimini yeniden topluma kazandırmak olmalıdır. Bu da ancak planlı bir eğitim politikası ile gerçekleşebilir.”
Erkeğin eşini dövme hakkı var mıdır?
Maalesef birçok konuda olduğu gibi bu konu da son derece yanlış bilinen ve üstelik dine mal edilen bir konudur. Bir rivayette peygamberimizin erkeğe, karısını neden dövdüğünün sorulamayacağını söylediği iddia edilmiştir. “Resulullah buyurdular ki: Erkeğe, hanımını ne sebeple dövdüğü sorulmaz.” Âlemlere rahmet olarak gönderilmiş olan peygamberimizin bu şekilde bir söz söylemesi mümkün değildir. Aynı şekilde kadın ve erkek arasındaki ilişki ve hakların Allah’ın ayetleri çerçevesinde adil bir şekilde gözetilmesini tavsiye edeceği de son derece açıktır. Üstelik peygamberimizin kadınların dövülmesine karşı çıktığı ve bunu yapanları kötüleyip azarladığına dair rivayetlerin görülmesi de mümkündür. Hem Kur’an’a hem de peygamberimizin güzel örnekliğine uygun olacak rivayetler de ancak bu türden rivayetler olabilir.
Günümüzde ülkemiz de dâhil olmak üzere birçok ülkede kadına yönelik şiddetin ne boyutlarda olduğu görülmekte ve maalesef içler acısı manzaralar ile karşılaşılmaktadır. Bu türden hadis rivayetlerinden güç alarak kadınların dövülmesi hükmü, Nisa Suresi’ndeki ayete yanlış anlam vermek suretiyle Kur’an’a da sokulmaya çalışılmıştır. Oysa ayette ‘Nüşûzundan’ (Ayrılma isteğinden/geçimsizliğinden/sadakatsizliğinden) endişe edilen kadını son çare olarak dövmek değil ondan ayrılmak gerektiği söylenmektedir. Nüşûz; boşanmak üzere kalkıp gitmek isteyen veya başka birisi ile evlenmek düşüncesi ile hareket etmeye başlayan, arayışa giren ve bu konuda geçimsizlik çıkaran anlamındadır. Ancak bu durum kadına özgü bir durum değildir. Aynı surenin ilerleyen ayetlerinde erkeğin nüşûz durumundan da bahsedilir. Dolayısıyla Nisa Suresi 34. ayette boşanma/ayrılma niyeti ile hareket eden kadının, Nisa Suresi 128. ayette ise aynı şekilde boşanma/ayrılma niyetiyle hareket eden erkeğin örneği verilmektedir. Nisa Suresi 35. ayet bu gerçeği onaylamakta, eşlerin aralarının açılmasından korkulması durumunda, hem erkeğin ailesinden hem de kadının ailesinden bir hakem ile eşlerin arasının düzeltilmeye çalışılması söylenmektedir. Kocasından boşanmak isteyen bir kadının kocası tarafından dövülmesinin kadını bu kararından vazgeçirmeyeceği aksine daha da ısrarla bu ilişkiyi bitirmek isteyeceği açıktır. Eşine şiddet uygulayan bir erkek için hakemlik yapacak bir durum kalmamış demektir.
Ayette geçen ‘darabe’ kelimesinin Kur’an’da örnek vermek, anlatmak, vazgeçmek/uzaklaşmak/bırakmak, dolaşmak, sefere (savaşa) çıkmak, yola çıkmak/yolculuk etmek, dövmek (Meleklerin, inkârcıların canını alırken yüzlerine ve sırtlarına vurması ve savaşta inkârcıların boyunlarına ve parmaklarına vurmaları), değneği taşa vurmak, yola vurmak/çıkmak, darbe indirmek (Hz. İbrahim’in putları kırması), alçaklık (damgası) vurulmak, kişilerin arasını ayırmak, kulağa ağırlık vurmak (derin uykuya daldırmak) gibi birden çok anlamda kullanımı vardır. Kelimenin ne anlama geldiği, ayetin bağlamından anlaşılır. ‘Darabe’ fiili hiçbir ayette bir insanın başka bir insanı dövmesi anlamında kullanılmaz. Kur’an ayetlerinde bir insanın kendisine ya da başka bir insana vurması anlamında yüze vurup tokat atmak (sakket), yumruk atmak/iteklemek (vekeze), alenen zina eden erkek ve kadına uygulanması öngörülen yüz celde (cilt üzerine hafif vuruşlar) cezasındaki vurma eylemi (ıclidu) ve namuslu kadınlara zina suçlamasında bulunup dört şahit getiremeyen kimselere uygulanması öngörülen seksen celde (cilt üzerine hafif vuruşlar) cezasında (ıclidu) farklı fiillerinin kullanıldığı, ancak bunların hiç birinde ‘darabe’ fiilinin kullanılmadığı görülür.
Yukarıdaki örneklerden de görülebileceği gibi ‘darabe’ fiili, meleklerin inkârcıların canını alırken yüzlerine ve sırtlarına vurmaları ve savaşta inkârcıların boyunlarına ve parmaklarına vurmaları için kullanılır. Savaş sırasında gerçeği yalan sayan inkârcıların boyunlarının vurulmasında da kullanılır. Dolayısıyla ‘darabe’ fiili Nisa Suresi 34. ayetinde bir insanın başka bir insanı dövmesi anlamında değil ondan ayrılması/uzaklaşması anlamında kullanılmıştır. Kur’an’da birbiri ile anlaşamayan ve boşanma durumuna gelen eşlere “güzellikle ayrılın” şeklinde karşılıklı haklara riayet edilecek biçimde insani ve medeni bir ölçü belirlenmekte ve boşanma sürecinde şiddeti çağrıştıracak en ufak bir durum söz konusu edilmemektedir. Yine Kur’an’da peygamberimiz eşlerine “Dünya hayatını ve süsünü (refahını) istiyorsanız, gelin sizi yararlandırayım (mehrinizi vereyim) ve sizi güzellikle bırakayım (boşanalım).” demesi istenmektedir. Ayetten açıkça görülebileceği gibi boşanma durumunda erkeğin kadına şiddet uygulaması değil ondan güzellikle ayrılması gerekir. Peygamberimize bunu söyleten Allah’ın, geçimsizlik ya da kadının ayrılmak istemesi gibi bir durumda erkeğe eşini dövme hakkı vereceğini düşünmek mümkün değildir. Erkeğin kadından üstün olduğunun ya da erkeğin eşini dövme hakkının bulunduğunun iddia edildiği bir dinde, bu şekilde erdemli ve medeni bir insana ve inanana yakışacak şekilde uyarıların yer almayacağı açıktır.
Eşler arasındaki ilişkilerde iki tarafın da birbirlerini dövme hakları yoktur. Dövmek bir hak değildir. İki taraftan da bu şekilde eylemde bulunan kişi, yakışıksız ve çirkin bir eylemde bulunmuş demektir. Allah erkeğe de kadına da böyle bir hak vermediği gibi ayetlerde erkek ve kadının, aralarında sevgi ve rahmet olması için birbirlerine eş olarak yaratılmalarının Allah’ın ayeti olarak ifade edildiği ve bu şekilde aralarındaki ilişkinin nasıl olması gerektiğinin de tarif edilmiş olduğu görülebilir.