İslam’da ruhban var mı? Kuranda din otoritesi kimdir? İslam’da din adamı var mıdır? Dini otorite kimdir?

İslam, tek otoritenin Allah olduğu, O’ndan başka kimsenin hüküm koyma ya da O’nun tarafından konulmuş bir hükmü bozma veya değiştirme hakkının söz konusu olmadığı bireysel bir din ve inanç sistemidir. Dolayısıyla bu sorunun en kısa cevabı, Kur’an’a göre din adamı, din görevlisi ya da dini bir otoritenin olmadığı şeklindedir. İslam, ruhban (din adamı) sınıfının olduğu bir din değildir. Arapça râhib kelimesinin çoğulu olan ruhbânın, rahbe ve rahbâniyye (ruhbâniyye) kökünden geldiği bilinmektedir. Rahbe: korkup çekinme, derin dini endişelerden dolayı ıstırap çekme, rahbâniyy: yoğun bir dinî kaygı ve korku ile kendini ibadete verme gibi anlamlara gelmektedir. Râhib ise Allah’tan korkan ve uzlet halinde ibadet eden kişiyi ifade etmektedir. Özellikle Hıristiyanlık içinde sonradan ortaya çıkan bir anlayış olarak ruhbanlığın, Allah’ın insanlardan bir isteği gibi kabul gördüğü bilinmektedir.

Hz. İsa, insanlara böyle bir din getirmemişken Allah’ın rızasını kazanmak maksadıyla insanlar tarafından uydurulan ruhbanlığa ve onu uyduranların birçoğunun uydurdukları şeye uymayarak yoldan saptıklarına ayetler dikkat çekmiştir. Allah’ın Hz. İsa’ya vahyetmiş olduğunun dışına çıkartılan ve “din adamlarının” elinde özünden uzaklaştırılarak yaygın şekilde algılanan Hıristiyanlığa dönüştürülen din, kazandığı bu yeni form ile kurumsallaşınca Kilise’nin başı olarak kabul edilen Mesih’in yetkileri havarilere, onlardan da “din adamlarına” geçmiş, “din adamları” bir anlamda Tanrı’nın yeryüzündeki otoritesini temsil eden kutsal kişiler haline gelmiş ve insanlar tarafından aşırı derecede yüceltilerek tartışılmaz bir otorite kılınmışlardır.

Hz. İsa’nın beraberinde getirmiş olduğu mesajlarda hiç olmamasına rağmen zamanla ortaya çıkan ruhbanlığın bir sonucu olarak haham ve rahipler sınıfı oluşmuş ve bazı kimseler haham ve rahipleri Allah’tan başka rabler edinmeye başlamıştır. Oysa Kur’an ayetleri kendilerine yalnızca tek ilah olan Allah’a kulluk etmelerinin emredilmiş olduğuna dikkat çeker. Bazı insanlar, yalnız Allah’a kulluk etmek yerine haham ve rahipleri rab edinince çoğu haham ve rahip de “din adamı” vasfından aldıkları güçle halkı sömürmeye ve servet biriktirmeye başlamışlardır.

Oysa gerçek İslam’da hiç kimsenin Allah’ın dinini temsil etme yetkisi yoktur. Allah hiçbir kişi ya da grubu, temsilcisi olarak tayin etmemiştir. Din, insanların ortak paydasıdır. Kimse din konusunda bir diğerinden daha fazla hak ya da yetki sahibi değildir. Şüphesiz Allah’ın dinini en doğru ve güzel şekilde anlayarak yaşamak her inananın en öncelikli vazifesidir. Bilmediğini öğrenmek, bilgi sahibi kişilere danışmak, herkesi ve her görüşü değerlendirmek ve sonuçta, aklına, yaratılışına ve pek tabi Allah’ın vahyine ve vahiy ile hareket ederek inananlar için örnek olan peygamberlerin hayatlarına göre inanç ve kabullerini gözden geçirmek durumundadır.

Bu noktada meseleye meşhur âlim Muhammed Abduh’un düşünceleri üzerinden bakmakta yarar vardır: “Abduh şunu çok net bir üslupla ortaya koymuştur ki İslam, dini otoriteyi reddetmekle kalmamış onun izlerini kökünden silmiştir. Hatta İslam’ın getirdiği en önemli esas bu ilkeyi yıkmaktır. İslam Allah ve Resulü’nden sonra hiç kimseye başka birinin inancına egemen olma ve imanına baskı uygulama hakkı vermemiştir. Resulullah bile denetleyici ve baskı kuran biri değil, sadece tebliğ edici ve uyarıcıdır. İslam’da iyiliği tavsiye edip kötülükten uzaklaştırmaya çalışmaktan başka bir otorite yoktur. Bu otorite de belli bir sınıfa tahsis edilmemiş, bütün Müslümanlara birlikte verilmiştir. Bu yüzden bir kimsenin nasihat ve irşattan başka yeryüzünde veya gökyüzünde “bağlama” ve “çözme” gibi bir yetkisi bulunmamaktadır.”

Dolayısıyla dinin görevlisi olmaz. Dinin gönüllüsü olur. Görevli, sorumlu olduğu görev tanımına, yapılması ve yerine getirilmesi gereken bir iş olarak bakar. Gönüllü ise adanmış bir ruh, ihlas ve samimiyet ile hareket eder. İçinde din ve inanç olan her işte gönüllülük, ihlas, samimiyet, adanmışlık olmasının ve karşılığın sadece Allah’tan beklenmesinin gerekliliğinde şüphe yoktur. Bütün peygamberlerin Allah’ın ayetlerini insanlara tebliğ ederken benimsedikleri ilkeli duruş bütün Müslümanlara örnek olmalıdır.

Bu ayetler tarih bilgisi olsun diye değil son vahyin takipçileri olarak aynı hatalara düşmeyelim diye uyarı mahiyetinde indirilmiştir. İslam’da “din adamı” sınıfı yoktur. Herkes dininin adamı olmakla yani dini gerekleri en güzel şekilde yerine getiren erdemli ve ilkeli bir inanan olmakla yükümlüdür. Müslüman, din adamı değil, dinin ortaya koymuş olduğu insan aklı ve yaratılışına uygun evrensel değerlerin adamı olabilir. İslam’da Allah dışında sorgulanmayacak kimse yoktur. Peygamberler de din adamı değillerdir. Allah tarafından seçilen ve elçi olarak görevlendirilme şerefine erişen üstün ahlaka sahip kişilerdir. Üstün insanlardır ancak insanüstü değillerdir. Din adına sahiplik iddiasında bulunmayan, Allah’tan aldıkları görevi en güzel şekilde yerine getirmek için çalışan örnek şahsiyetlerdir.

Bu yüzdendir ki İslam dini, peygamber merkezli değil vahiy merkezli bir dindir. Peygamberler vahyin hayata taşınan en güzel örnekleridir. Peygamberler örnek olurlar, dine ortak olmazlar. Allah’ın dinini, olduğundan farklı bir şekle sokmazlar. Din konusunda Allah’ın indirdiğinden başkasına uymazlar. Kur’an’da peygamberimize, Allah’tan kendisine ne vahyedilirse sadece ona uyduğunu söylemesi emredilmektedir.

Bu ayet açıkça gösteriyor ki peygamberimizin Kur’an dışındaki konuşmaları ilahi değildir. Şayet peygamberimizin her söylediği Allah’tan bir vahiy olsaydı, ayette: Onlara bir ayet getirmediğinde… denmezdi. Peygamberin ağzından çıkan her söz Allah’tan bir vahiy olsaydı, inanmayanlar, peygamberimizin günlük hayatta ağzından çıkanlar ile Kur’an’ı birbirinden ayırt etmezlerdi ve yeni bir ayet getirmediği için peygamberimizi eleştiremezlerdi. Bu tür ayetler gösteriyor ki peygamberimiz insanlara vahiy olarak sadece Kur’an ayetlerini tebliğ etmiştir.

Öte taraftan Allah tarafından yaşanılır kılınmış olan dini, insanlar için yaşanılmaz kılmaktan uzak durmak ve böylesi bir hataya düşmekten Allah’a sığınmak gerekir. Ayetler, Allah’ın yarattığı kişileri bildiğine, zira O’nun ilmiyle her şeye nüfuz eden, her şeyden haberdar olan olduğuna dikkat çeker. Hiç şüphesiz her şeyi en iyi şekilde bildiği gibi yarattığını da en iyi Allah bilirdi. İnsanın tam olarak neye ihtiyaç duyduğunun, aklına ve kalbine hitap edecek ve onun insan onuruna yaraşır şekilde yaşamasını sağlayacak şeylerin neler olduğunun reçetesini sadece Allah yazabilirdi. Allah’ın yazdığı reçete ile yetinmeyerek yaratılış kapasitesinin üzerine çıkmaya çabalayan insan, en başta yaratılışına aykırı hareket eder. Sonra da Allah’ın haram etmediğini haram, yasak etmediğini yasak eder.

Daha önce de ifade edildiği gibi tüm peygamberlerin beraber-lerinde getirmiş oldukları dinin adı İslam’dır. Allah’ın yol ve yönteminde, aklımıza ve yaratılışımıza uygun temel emir ve yasaklarında bir değişiklik olması söz konusu değildir. Hiçbir peygamber beraberinde ruhbanlık dini getirmemiştir. Bu dünya hayatı, inanan insan için bir çeşit çile ya da ıstırap yeri olmadığı gibi Allah’ın helal kıldığı şeyleri kendisine haram kılacağı bir yer de değildir.

Din, insanın hayatına anlam ve değer katmak ve hayatı kolay ve yaşanılır kılmak için gelmiştir. Allah, kulundan yaratılış kapasitesinin üzerinde bir şey istemediği gibi, yaratmış olduğu temiz ve güzel nimetlerden helal dairesi içinde ölçülü ve sorumluluk bilinci içinde istifade edilmesini de yasak etmemiştir. Öte taraftan Allah, rahmetinin bir gereği olarak bizim için zorluk değil kolaylık istemekte ve bizleri, yaşanılabilir kolay bir din ile yükümlü tutmaktadır. Dolayısıyla Allah bizden, dünyadan el etek çekmemizi değil aksine helal kıldığı şeylerde ölçülü bir şekilde hareket ederek kendisine ve yarattıklarına karşı görev ve sorumluluklarımızı unutmadan duyarlı ve erdemli bireyler olarak hayırlı, güzel ve anlamlı bir yaşam sürmemizi istemektedir.

Helal dairesi içinde bir şeyleri istemek ve hayatın güzelliklerinden istifade etmek gayet doğaldır. Çünkü hayatın içindeki tüm güzellikleri Allah yaratmıştır. Aslı Farsça olan bir sözde de ifade edildiği gibi: “Allah vermeyi istemeseydi, istemeyi vermezdi.” Önemli olan istediğimiz ve önemsediğimiz şeylerde aşırılıklardan uzak bir şekilde ölçülü olmayı bilmek ve kişisel isteklerimizi

Allah’ın isteklerinin önüne geçirmemektir. Dolayısıyla asıl mesele nefsi öldürmek değil nefsi kontrol altında tutarak iyi ve güzel olanı istemektir. İnsanın imtihan edilebilmesi için nefsinin birtakım isteklerde bulunabilmesi gerekir. İstekleri öldürülmüş bir nefsin imtihan edilmesi mümkün değildir. Allah’ın belirlemiş olduğu sınırlarda faydalanılan güzel ve temiz nimetler dünya hayatında herkes için vardır ama ahirette yalnız inananların olacaktır.

Bazı anlayışlarda insanın nefsi ile mücadele edebilmesi için nefsini öldürmesi gerektiği söylenir. Hatta son derece helal ve sıradan bir nimeti bile sırf nefsini şımartmamak için kendine haram kılan kişilerden övgü ile bahsedilir. Oysa Kur’an ayetleri bize nefsimizi öldürmemiz mesajını değil, dünya hayatının geçiciliğini ve ölüm gerçeğini bil ama ölmeden önce gerçekleri gör ve diril mesajını verir. Çünkü Kur’an öldürmez aksine hayat vererek diriltir. Nefsini kötülüklerden arındırmamak, nefsin ilahlaştırılmasına neden olur. Allah, bizden nefsimizi öldürmemizi değil güçlü bir irade ile kontrol altında tutmamızı yani ona hâkim olmamızı ister. Çünkü imtihanın bir gereği olarak nefis, kıskançlığa ve bencil tutkulara elverişli kılınmıştır.

Nefsin yani benliğin kendisi doğrudan kötü bir şey değildir. Kötü olan nefsin kontrol edilememesi ve Allah’ın hoşnut olmayacağı şeylerin yapılmasıdır. Allah nefsi kötü olarak yaratmamıştır. Nefsinin doğasını bozarak onu kirleten insandır. Ayetler bu gerçeğe dikkat çekmiştir. Nefsi ezmek ya da isteklerden kurtulmak için Allah’ın haram kılmadığı bir şeyi haram kılmak Kur’an’daki ifadesi ile haddi aşmaktır.

Allah’ın dinini, Allah’ın uygun gördüğü gibi yaşamak gerekir. Kendi indirdiği dini O’na öğretmeye kalkanlara “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz?” ya da “Göklerde ve yerde bilmediği bir şeyi mi Allah’a haber veriyorsunuz?” diye sorulur Kur’an’da. Dinin sahibi Allah olduğuna göre dinin kural ve kanunlarının belirleyicisi de Allah’tır. Allah’ın helal kıldığı bir şeyi haram, haram kıldığı bir şeyi de helal kılmak Allah’a iftira atmaktır. Gerçek anlamda inanmak ve inancını en güzel şekilde yaşamak isteyen insan için hiç şüphesiz asıl gözetilecek olan ahiret hayatıdır. Ancak bu öncelik, dünya hayatının bir anlamda ahiretin tarlası olduğu ve Allah’ın helal ve temiz olarak yaratmış olduğu rızık ve nimetlerden nasibimizi unutmamamız gerektiği gerçeğini göz ardı ettirmemelidir. İslam ölçülü ve dengeli olma dinidir. Samimi bir şekilde Allah’a teslim olan her insanın Allah’tan dilemesi gereken şey, hem bu dünyanın hem de ahiretin iyilik ve güzellikleridir.

Emre Dorman