İtaat ayetleri nedir? Allah ve resulüne itaat nedir? İslam’da itaat nedir?

Peygamberimize nisbet edilen hadis ve sünnetlere Kur’an’dan referans bulamayanlar, Allah’a ve resule itaati emreden ayetlerden hareketle hadis ve sünnet rivayetlerine alan açmaya çalışmakta ve çoğu zaman da ayetleri bağlamından ve amacından uzaklaştırmak suretiyle kullanmaya çalışmaktadırlar. Sadece bu ifadelerin yer aldığı ayetleri değil örneğin savaşmadan elde edilen ganimet ve gelirlerin (fey) insanlar arasında adil bir biçimde paylaşılmasına yönelik ayette geçen “Resul size ne verdiyse onu alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan (onu istemekten) vazgeçin.” cümlesi ayetten ve bağlamdan kopartılmak suretiyle peygamberimizin de Allah gibi hüküm koyabileceği iddia edilebilmiştir.840 Oysa Allah’tan başka kimsenin hüküm koyamayacağı bir önceki bölümde ayetler ışığında gösterilmiştir.

Ayetlerde, elçilerin görev tanımları net bir şekilde ortaya konulur. Resul elçi demektir. Yani Allah’ın mesajlarını insanlara iletmek üzere O’nun elçiliğini yapan kişidir. Söz konusu ayetlerde Allah’a ve Resulü’ne itaatin vurgulanması Allah’a itaatin elçi ile gönderilen ayetler üzerinden gerçekleşecek olmasındandır. Bu yüzden hiçbir ayette “Allah’a ve Muhammed’e itaat edin” şeklinde bir kullanım yer almaz. Elçiye itaatin nedeni tebliğ ettiği mesaj nedeniyledir. Çünkü ayetlerin ifadesiyle elçilere düşen açık bir tebliğden başka bir şey değildir. Üstelik hesap sormak da elçiye değil Allah’a düşmektedir. Elçi dinî hüküm koymak için değil Allah tarafından konulmuş hükümleri iletmek için gelmiştir. Bu yüzden iletilen mesajdan yüz çevirmeleri durumunda da elçinin yapacağı bir şey yoktur çünkü kendisinin görevi ayetleri tebliğ etmektir. Elçi, insanlar üzerine bekçi kılınmış değildir. Elçiye itaat eden doğru yolu bulur çünkü elçi Allah’ın ayetlerini tebliğ etmektedir. Doğru yola ulaştıracak olan elçi değil tebliğ ettiği ayetlerdir. Çünkü elçi, sevdiği birini dahi doğru yola iletebilecek değildir. Doğru yola iletecek olan Allah’tır.

Ayetlerdeki Allah’a ve elçiye itaat ifadeleri anlamından uzaklaştırılmakta ve sanki elçiye itaat edilmesinin sebebi Allah’tan almış olduğu vahiy değil de, vahiy dışında koyduğu hükümlermiş gibi Allah ile elçisinin arası ayrılmaktadır. Ayetlerde elçiye itaat edilmesinin sebebi Allah’ın izni iledir.

Yani elçiye itaat, ilahi emirleri alan kişi olması nedenine dayanmaktadır. Kur’an’da, Allah’a ve elçisine itaat iki ayrı kavram değildir. Bu yüzden “Allah’a uymak için Kur’an’a, elçiye uymak için ise elçiden geldiği kabul edilen hadislere uymak gerekir” görüşü hatalıdır. Kur’an ayetlerinin gösterdiği gibi, “Allah ve elçisi” tek bir uygulama ve itaat kaynağına karşılık gelmektedir.

Bu gerçek ile ilgili örneklere geçmeden önce “Allah ve elçisi” kalıbının daha iyi anlaşılması için bazı ayetlere dikkat çekmek gerekir. Bir ayette Allah ve resulünü incitenlerden bahsedilmektedir. Ayetten de görüldüğü üzere tıpkı elçiye itaatin Allah’a itaat olmasındaki gibi, elçiye yapılacak bir eziyetin, Allah’a yapılmış sayılacağı ifade edilir. Çünkü kimsenin Allah’a eziyet edebilmesi söz konusu değildir. Başka bir ayette “Ey iman edenler! Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah’a ve Elçisine (çağrısına) cevap verin!” denilmektedir. “Allah’a ve Elçisine (çağrısına) cevap verin!” cümlesinin yüklemi ikil formda değil tekil formda gelmiştir. Dolayısıyla “Size hayat verecek şeylere sizi çağırdığı zaman” ifadesinden, çağrının sahibinin Allah, çağrıyı yapanın ise elçisi olduğu anlaşılmaktadır. Yine başka bir ayette anlaşmazlığa düşülen konuların Allah’a ve elçisine götürülmesi söylenir. Şüphesiz ki konunun doğrudan Allah’a götürülmesi mümkün değildir. Konu elçiye götürüldüğünde elçi, Allah’tan aldığı ayetlere bakarak konu hakkında Allah’ın hükmünü bildirecektir.

Tevbe suresinin ilk ayetinde Allah ve resulünden, kendileriyle antlaşma yapılmış müşriklere bir ihtar/uyarı verildiği söylenmektedir. Oysa söz konusu bu ihtar Allah ve resulünün ortaklaşa yazdıkları bir bildiri değildir. Ancak peygamberimiz, Allah’ın elçiliği vazifesi sebebiyle yani Allah’ın mesajının onun ağzından insanlara duyurulmuş olması sebebiyle Allah ile birlikte anılmaktadır. Uyarıyı bildiren Allah, geldiği gibi tebliğ eden ise elçisidir.

Yine Tevbe Suresi’nde Allah, elçisi aracılığıyla, müşrikler hakkında bir açıklama yapmaktadır. Bu ayetteki duyuru insanlara elçi tarafından ulaştırılmıştır ancak ayette bu duyurunun “Allah’tan ve elçisinden” geldiği ifade edilmiştir. Şurası açıktır ki elçi müşriklere, Allah’ın bu duyurusu dışında bir duyuru yapmamıştır. Ayette bahsedilen duyuru Allah tarafından bildirilmiş ve elçisi tarafından insanlara ulaştırılmıştır. Bu duyurunun Allah ve elçisinden geldiğinin söylenmesi gösteriyor ki Allah ve elçisi iki ayrı kural koyucu değildir. Allah tüm yasaların kaynağıdır. Ancak Allah, bu yasaları herkese tek tek bildirmemiş, bir elçi seçerek kutsal mesajını insanlara o elçi aracılığıyla ulaştırmıştır.

Fetih Suresi’nde, peygamberimiz ile anlaşma yapıp ona olan bağlılıklarını bildirenlerin aslında Allah ile anlaşma yaptıkları ifade edilir. Çünkü peygamberimize, Allah’ın elçisi olduğu için biat edilmektedir. Yine başka bir ayette Allah’a olan sevgi ve bağlılığın göstergesinin Allah’ın mesajını getiren elçiye uymak olduğu bildirilir.

Başka bir ayette Allah’a ve elçisine itaat edilmesi ve işitildiği halde ondan yüz çevrilmemesi söylenir. Bu ayette inananlardan Allah’a ve elçisine itaat etmeleri istenirken ayet “işitip duyduğunuz halde ondan yüz çevirmeyin” ifadesi ile sona erer. Buradaki ifadede çoğul zamir olan “onlardan” değil, tekil zamir olan “ondan” kelimesinin kullanılması anlamlıdır. Çünkü Allah ve elçisi iki ayrı dini kaynak getirmezler. Allah’ın gönderdiği ve elçisinin inananlara ilettiği mesaj tektir. O tek kaynak da Kur’an’dır. Benzer bir durum Allah’a ve Resulü’ne isyan edip O’nun çizdiği sınırları ihlal edenlerin ateşe gireceklerini ifade eden ayette de görülebilir. Ayet “Onların” değil, “O’nun” ifadesini kullanarak din adına sınırları çizenin sadece Allah olduğunu açık bir şekilde vurgular.

İtaat ve boyun eğmenin yöneleceği tek otorite Allah’tır. Allah’ın mesajını diğer kullara ulaştıran bu kişiye “peygamber” (nebi) ve “elçi” (resul) denir. O kişi ‘peygamber’dir çünkü Allah mesajını ona iletir. Aynı zamanda o kişi ‘elçi’dir çünkü mesajı kendisine saklamaz, diğer kullara iletir. Elçi, insanları bu yasalara uymaya çağırmakla kalmaz, kendisi de bu yasaya uymakla yükümlüdür.

Bir düşünelim, biz Hz. Muhammed’in Allah’ın elçisi olduğunu nereden biliyoruz? Buna nasıl iman ediyoruz? Şayet elimizde her açıdan insan sözü olamayacak eşsizlikteki Kur’an vahyi gibi bir kaynak olmasa bunu bilemez, bundan emin olmazdık. Dolayısıyla peygamberimizin peygamberliğinin teminatı, vahyin varlığına bağlıdır. Şayet Kur’an Allah tarafından korunmuş olarak elimize ulaşmasaydı ve içerisinde rivayetlerde olduğu gibi çelişkiler olsaydı, bu rivayetlerinden hareketle dinimizi ve peygamberimizi doğru bir şekilde tanımamız mümkün olmayacaktı. Rivayetlere bakarak peygamberimizi bir dediği başka bir dediğine uymayan, ne zaman ne yapacağı belli olmayan yani kendi ile çelişen biri olarak görecektik. Allah’ın mesajının vahyedildiği gibi muhafaza edilmesi ve hakla batılı ayıran bir ölçü olarak elimize ulaşması sayesinde dinimizi olması gerektiği gibi anlayıp öğrenebilmekteyiz.

Resule uymak, onun yaymaya çalıştığı mesaja, yani Kur’an’a uymaktır. Bu yüzden Kur’an’da elçiye itaat edenin Allah’a itaat etmiş olacağı söylenir. Konu ile ilgili ayetler gösteriyor ki elçiye itaat etmek onun kişisel görüşlerine itaat etmek değildir. Elçiye itaat, ona elçiliğinin gereği olarak indirilen ilahi mesaja itaat etmektir. Bu yüzden Allah ve elçisi iki ayrı kaynak değildir. Allah’a ve elçisine itaat, tek bir kaynağa, yani Allah’ın indirdiği Kitap’a uymakla mümkün olabilir.

Bir düşünelim. Biz peygamberimiz Hz. Muhammed’e niye uyarız? Çünkü o, Allah’ın elçisidir. Yani Allah’ın mesajını alıp getiren kişidir. Elçinin mesajı, Allah’ın gönderdiği mesajdır. O mesaja uyulunca hem Allah’a, hem de o mesajı getiren elçiye uyulmuş olunur. Aynı zamanda mesajın kendisine (Kur’an’a) uyulduğunu söylersek, bu da doğru olur. Hz. Muhammed’e “resul” denmesinin sebebi, kendisine ait olmayan mesajı taşımasıdır. Yani Allah, “resul” (elçi) kelimesiyle; Hz. Muhammed’in, kendisinin olmayan mesajı taşıyan kişi olduğunu vurgulamaktadır. İnsanlara, elçiyi devreden çıkartıp Allah’a varmanız mümkün değildir çünkü Allah’ın sözlerini size elçisi tebliğ etmektedir dersi verilmektedir. İtaat edilmesi emredilen kişi olan elçi, kendisi namına değil, kendisini görevlendiren (Allah) namına konuşmaktadır. Bu yüzden ona (elçiye) itaat, gönderene (Allah’a) itaattir. Allah’ın elçi yollaması, bizle irtibat kurmak için seçtiği yegâne yoldur. Elçi mesajı insanlara ileteceği, O’na davet edeceği için elçiye itaat, onu gönderene (Allah’a) itaat olacaktır. Bu yüzdendir ki “Elçiye itaat eden Allah’a itaat etmiş olur.”

Kur’an’da, peygamberimizin ismi olan Muhammed’in geçtiği dört ayetin üçünde “Muhammed elçidir” vurgusu önemlidir. Kur’an’da hiçbir ayette “Allah’a ve Muhammed’e itaat edin” diye bir ifade yer almaz. Kur’an’da “Allah’a ve elçisine itaat edin” şeklinde bir vurgunun olması; Hz. Muhammed’e, ancak elçilik vazifesinden dolayı itaat edilmesi gerektiğini göstermektedir. ‘Muhammed’ isminin geçtiği tüm ayetlerde elçiliğinin vurgulanması, tek istisna ayet olan “Muhammed’e indirilene (Kur’an’a)” iman edilmesi vurgusu, tüm yanlış anlamalara kapıları kapatmıştır. Resule itaatin nedeni kendisinden hiçbir şey katmadan insanlara ilettiği mesaj yani Kur’an nedeniyledir. Dolayısıyla itaat Resul’ün şahsına değil mesajın kendisinedir. Kur’an’da “Allah’a ve Muhammed’e itaat edin.” şeklinde bir kullanım da olmadığı gibi “Allah’a ve Nebi’ye itaat edin.” şeklinde bir kullanımda yoktur. Çünkü nebi olan Muhammed yanılabilir, hata edebilir, söylediği ve yaptığı şeyler, kendi tercihleri ile ilgili şeyler olabilir. Ancak resul Muhammed, hata ve yanılgıdan korunmuştur. Söylediği şeyler kendisine ait değildir. Dolayısıyla Allah’a ve Resulü’ne itaat ayetlerinin vurguladığı şey Kur’an’a, yani Kur’an’ı gönderen Allah’a itaattir.

Muhammed Hamdi Yazır (ö.1942), Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde çeşitli vesileler ile bu konu üzerinde durmakta ve birer beşer olan peygamberlerin ilah mertebesine çıkarılmasının mantık dışı olduğunu vurgulamaktadır. Çünkü peygamberlerin hiçbiri din vazetmemiş sadece kendilerine vahyolunanları nakil ve tebliğ etmişlerdir. Dolayısıyla resul denildiği zaman da bir vekil değil, ancak nâkil-i kelâm yani ilahi kelam olan Kur’an’ı olduğu gibi nakil ve tebliğ eden bir emir kulu anlaşılmalıdır. Peygamberimize dahi sırf Allah’ın bir resulü, bir elçisi, bir memuru, hidayet ve Allah’ın emirlerinin bir bildireni/duyuranı olduğu değerinden ve yalnız Allah için tabi olmak ve itaat eylemek gerektiğini vurgulayan Yazır, resule itaatin asile (Allah’a) itaat olduğunu ifade etmektedir. Bu yüzden resulün beraberinde getirmiş olduğu ilahi kelâm sebebiyle kendisine itaat edilmesi ve Allah’tan getirmiş olduğuna karşı çıkılmaması gerekmektedir. Allah ile savaş aklen de dinen de mümkün olmadığı halde, Kur’an’da “Allah ve Resulüne karşı savaş açanların”866 ifadesinin kullanılmasını, elçilik olgusunun vurgulanması olarak anlamak gerektiğini düşünen Yazır, sefirin yani elçinin ancak mürsiline yani kendisini görevlendirerek insanlara elçi olarak gönderen Allah’a davet ettiğinin altını çizmektedir.

Kur’an ayetleri dikkatli bir şekilde incelendiğinde peygamberimizin sadece inkârcılar ve münafıklık edenler tarafından değil iman etmiş olanlar tarafından da zaman zaman türlü eziyetlere maruz bırakıldığını, nezaketsiz hareketleri ve kendi aralarındaki sorunları çözmede göstermiş oldukları tahammülsüz davranışları ile uğraşmak zorunda kaldığı görülmektedir. Öyle ki kimi inananlar yeri geldiğinde iman etmiş olmalarını bile peygamberimizin başına kakmaya çalışmışlardır. Yine belli ki anlaşamadıkları konuları aralarında Allah’ın ayetleri ve adalet ile hükmetmesi için peygamberimize götürüyorlar ancak peygamberimizin yanında seslerini yükselterek tartışıyor, belki kavgaya tutuşuyor ve hatta peygamberimiz ile bağıra çağıra konuşuyorlardı.

Yine olur olmaz her şeyi peygamberimize götürerek bunca işi arasında onu gerekli gereksiz meşgul ediyor ve çoğu zaman da özel görüşme talebinde bulunuyorlardı. Muhtemelen bundan dolayı Allah bu duruma bir sınırlama ve ciddiyet getirmek için peygamberimizle özel görüşme yapmadan önce sadaka verme şartı koymuştur. Yine ayetlerden, inananların yemek ve sohbet için peygamberimizin evine gittiklerinde sözü uzattıkları, zamanında kalkmadıkları ve peygamberimizi rahatsız edecek şekilde davrandıkları anlaşılmaktadır. Allah bu konuda da insanları uyarmakta ve laf olsun diye peygamberimizin evine gidip gelinmesinden alıkoymaktadır.

Bu tür ayetlerden görüldüğü gibi peygamberimiz Allah’tan aldığı vahyi tebliğ etme ve inananlar için örneklik teşkil ederek elçilik vazifesini yerine getirmenin dışında birçok sosyal problem ve nezaket dışı davranışlar ile de uğraşmak durumunda kalmıştır. Bu gibi durumlar da dikkate alındığında Allah’a ve resulüne itaat emrinin neden bu kadar sık vurgulandığı daha iyi anlaşılmaktadır. Peygamberimiz insanlar arasında Allah’ın kendisine vahyettiği gibi adalet ile hükmetmiş ancak özellikle anlaşmazlıklar gibi durumlarda kimi zaman bu hükümler bazı kişilerin işine gelmemiş ve buna itiraz etmişlerdir. Allah’ın ayetleri ile hükmeden resulün hükmüne itaatin Allah’ın hükmüne itaat olduğunun vurgusu, insanlar arasındaki meselelerin çözümü için de son derece önemlidir. Peygamberimiz, Allah’ın ayetleri olan Kur’an’ı tilavet etmekle (okumakla/aktarmakla/bildirmekle) emrolunmuştur. Doğru yola gelen, yalnız kendisi için doğru yola gelmiş olur. Şaşıran da kendi tercihinin sonucunu bulur. Peygamberimiz, gerçeği hatırlatan bir uyarıcıdır.

Emre Dorman