Dinî konuda gerekli olan her soruyu açıkladığı gibi bu sorunun cevabını da vermektedir Kur’an. Kur’an ayetleri, Kur’an’ın bir seferde toptan inmediğini; aşama aşama gönderildiğini ifade etmektedir. Şüphesiz bu şekilde olmasının birçok hikmeti bulunmaktadır. Ayetlerden anlaşılan; Allah’ın buyruklarının, hükümlerinin, emir ve yasaklarının kalplere yerleşmesi ve dinin sağlam bir temele oturtulmasıdır.
Bilindiği gibi Kur’an, yedinci yüzyılda Mekke’de indirilmeye başlanmıştır. Tarihi kaynaklar bu dönemde Mekke’nin birçok açıdan oldukça yüzeysel ve ortalama bir toplum olduğunu göstermektedir. Kâbe’nin putlar ile doldurulup kazanç ve ticaret merkezi haline getirilmesi sebebiyle ticaret açısından ortalamanın üzerinde bir gelişmişliği olan ancak ilim, bilim, felsefe, sanat ve estetik konularında kayda değer bir varlık gösterememiş bir toplum olduğu görülmektedir. Bunun yanında toplumun şiire yönelik yoğun ilgi ve hayranlığı olduğu kabul edilmektedir.
Görüldüğü kadarıyla Mekke toplumu tümden dinsiz ve inançsız bir toplum değildir. Her ne kadar özünden oldukça uzaklaştırılmış olsa da Hz. İbrahim’den itibaren gelen bir inanç sistemine sahiptir. Hatta Kâbe’nin hizmetinde olan bazı insanların son derece dindar olduğu kabul edilmektedir. Ayetler toplum içinde bir Allah inancının bulunduğunu ancak bu inancın Hz. İbrahim’in herhangi bir şeyi Allah’a ortak koşmaktan uzak, İslam inancı ile bir alakası kalmadığını göstermektedir. Allah ile birlikte başka ilahlar edinilmiş ve yalnız Allah’a ait olan nitelikler bu ilahlar arasında paylaştırılmıştır. İnanç açısından böyledir. Bunun yanında adaletsizlik, haksızlık, zulüm ve ahlak dışı eylem ve kabullerin bulunduğu bir toplum olarak göze çarpmaktadır.
Peygamberimiz Hz. Muhammed, insani değerleri zedelemiş ve dinin hakikatlerinden yüz çevirmiş bir topluma, Allah’ın ayetlerini getirmiş ve toplumun genel seviyesi göz önünde bulundurulduğunda herkesin anlayabileceği ancak insan sözü olması mümkün olmayan bir mesaj iletmiştir. Üstelik peygamberimiz dönemin ileri gelen medeniyetlerinden birinde yaşamamış ve kendisinden önce bu anlamda bir miras devralmamıştır. Hatta Mekke zamanla Arap yarımadasının önemli ve dönemin hâkim güçlerinin dikkatini çekecek bir ticaret merkezi haline gelse de tarih boyunca etrafındaki küçük kabilelerin egemenlik kurmaları dışında büyük medeniyetler tarafından işgal edilmemiş ve bu medeniyetlerin kültürel hâkimiyetleri altına girmemişti. Çünkü medeniyetler tarafından işgal edilmeye ya da kontrol altına alınmaya değecek bir ekonomiye, kültüre, askeri güce, coğrafi yapıya, siyasi, stratejik bir konuma, limana ya da verimli topraklara sahip değildir. Kurak ve sıcak bir iklimi vardır. Kur’an’da da ziraata elverişsiz, ekin bitmeyen bir vadi olarak tanımlanmıştır. Mekke’nin bu şekilde bir yapıya sahip olmasının hiç şüphesiz birçok hikmetleri vardır. Mekke’yi özel kılan şey, insanlık için kurulan ilk ibadet merkezi ilk ev olan Kâbe’nin bu şehirde olmasıdır. Ayrıca Kâbe’nin temellerini yükselterek onu oğlu İsmail ile birlikte inşa eden Hz. İbrahim bu bölgenin güvenli bir bölge olması için Allah’a dua etmiştir.
Dolayısıyla peygamberimizden önce de Kur’an’ın vahyedildiği dönemde Mekke, kültürel ve düşünsel anlamda büyük medeniyetlerin etkisi altında değildi. İlim, bilim, felsefe, sanat okullarına ve kütüphanelere sahip değildi. Şiir yazımı dışında yazılı kültür de gelişmiş değildi. İşte Kur’an böyle bir ortamda vahyedilmeye başlanmış ve kısa bir zaman içinde böylesi bir toplumun her anlamda yükselişe geçerek büyük bir medeniyet haline gelmesini sağlamıştır. Bu kadar kısa bir zaman içinde böyle bir toplumdan her türlü fitne, kargaşa, savaş ve bütün olumsuz şartlara rağmen bu kadar büyük bir medeniyet inşa edilmesinde, Kur’an ayetlerinin inananları; ilme, düşünceye, hem kendi benliklerindeki hem de dış dünyadaki delillere yönlendirmesindeki büyük payı göz ardı edilemez.
Emre Dorman