Kuran neden gönderildi? Kuran niye geldi? Kuranla ilişkimiz nasıl olmalı?

Kur’an’ı anlamak üzere okumamız ve ayetleri üzerine derin derin düşünerek Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu ve gönderiliş amacını bilmemiz gerekir. Ayetlerine baktığımızda, Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğuyla ilgili birçok tarifle karşılaşırız. Öncelikle Kur’an, insanların anlaşmazlığa düştükleri ve düşebilecekleri konuların çözümünü, inanmak ve inancından emin olmak isteyenler için de bir doğru yol rehberi ve rahmet olması için indirilmiştir. Kur’an, insanları düşünüp anlamaya teşvik etmek için indirilmiştir. Kur’an, Arapça konuşan bir topluma o toplumun kendi dili ile indirilmiştir. Bunun nedeni insanlar akıl etsinler, düşünüp anlasınlar diyedir. Zaten tüm elçiler, ilahi mesajları kendi toplumlarının dili ile iletmişlerdir. Çünkü esas olan mesajın anlaşılması ve anlaşılan şeyin en güzel biçimde hayata taşınmasıdır. Şayet her elçi kendi toplumunun dili ile değil de başka bir dilde gönderilmiş olsaydı insanlar o mesajın açık ve kendi dillerinden olması konusunda itiraz edeceklerdi.

Yine Kur’an’ın, insanlar sadece daha önceki iki topluluğa yani Yahudi ve Hıristiyan toplumlarına kitaplar indirildi ve biz ise onların okunup anlaşılmasından habersizdik demesinler ya da şayet bize de vahiy indirilmiş olsaydı onlardan daha doğru yolda olurduk gibi bir bahanenin arkasına sığınmasınlar diye indirildiği bildirilmiştir. Kur’an, insanlar Allah’ın vahyine sımsıkı sarılsınlar diye indirilmiştir. Esasında Kur’an, ahirette hesap günü insanların Allah’a karşı bir bahaneleri kalmaması için indirilen bir doğru yol rehberidir. Kur’an, insanlar için gerçeği hatırlatıcı bir uyarı olması için indirilmiştir. Geri dönüşü mümkün olmayan o gün gelmeden önce dikkate alınması gereken ilahi bir uyarıdır. Üstelik Kur’an; insanlar için bir müjde ve uyarı olması ve gerçeği düşünüp hatırlamaları için kolaylaştırılmıştır.

Kur’an doğruya ulaştıran rehberimiz (huda), bereket kaynağı olan kutsalımız (mübarek), yolumuzu aydınlatan ışığımız (nur), hayatımıza canlılık kazandıran ruhumuz (ruh), doğruyu yanlıştan ayıran ölçümüz (furkan), gerçeği getiren ve temsil eden (hakk), ayrılık ve anlaşmazlık içinde kalanlara delil olan (ilim), kendinden önceki vahiyleri tasdikleyen (musaddık), insanlığın tamamı için bir mucize (ayet), manevi hastalık ve aksaklıklarımızı gideren (şifa), Allah yolunda ve zorluklara karşı mücadele etmek için bir müjde (büşra), müjdeleyen (beşîr), öğüt (mev’ıza), okunsun anlaşılsın diye kolaylaştırılmış, apaçık kılınmış kitap (mübîn), din adına gerekli olan her şeyi detaylı bir şekilde açıklayan bir yasa (mufassal), gerekli olanı açıklayıcı olan (beyan), apaçık ifadeler ile beyan eden kitap (tıbyan), düşünenler için bir bilgelik kaynağı (hikmet), gerçeği belirleyen bir kanıt (beyyine), insanlar arasında adaleti sağlayan evrensel bir yasa (hüküm), inananları, dosdoğru yol üzerinde birleştiren Allah’ın yeryüzündeki ipi (hablullah),1058 en iyi/ en güzel söz (ahsene’l-hadîs), öğüt verici ve hatırlatıcı öğretmenimizdir (zikir).

Kur’an’ın her biri birbirinden önemli nitelikleri ayetlerde açıkça ifade edilmişken tüm bunları yok sayarak Kur’an ile gönderiliş anlam ve amacına yönelik bir ilişki içine girmemek en başta bu benzersiz hitabı insanlara doğru yol rehberi kılan Allah’a yönelik bir saygısızlık olacaktır. Buna rağmen maalesef ki Müslümanlar olarak, Allah’ın âlemlere rahmeti sonucu bir müjde ve kılavuz olarak göndermiş olduğu son vahyi olan Kur’an ile karmaşık bir ilişki içerisindeyiz. Elimizde Kur’an gibi eşsiz bir kaynak ve değer olmasına rağmen Kur’an ile indiriliş amacına uygun bir irtibat halinde değiliz. Bunun en öncelikli nedeni, ayetlerin doğrudan bizi muhatap aldığından ve dini inançlarımızın neye dayandığından haberimizin olmamasıdır. Birçok konuda olduğu gibi dini konuda da bilgiyi doğrudan edinmek yerine başkalarından öğrenip uygulamaya çalışıyoruz. Sonuç olarak her kafadan bir sesin çıktığı, neyin ne olduğunun anlaşılmadığı bir karmaşa içerisinde neye inandığımızı ve inandığımız şeylerin neye dayandığını tam olarak bilmeden, birtakım şeyleri uyguluyor ya da savunuyoruz. Belki de birçoğumuz, hayatımızda bir kez olsun Kur’an’ı okumadan, Kur’an’da ne var ne yok hiç bilmeden dini birtakım şeylere inanıyor, bu inancımıza uygun bir din yaşıyor ve Allah’ın vahyinden habersiz bir şekilde bu din üzerine ölüyoruz.

Ülkemiz insanının özellikle çok iyi bildiğine inandığı üç şey olduğu söylenir. Bunlar sırasıyla din, siyaset ve futboldur. Bu üç konuda neredeyse herkes bir şeyler söylemekte ve kendince yorumlar yapmaktadır. Büyük çoğunluğu inançlı olduğunu ifade eden insanlardan oluşan bir toplumda yaşamamıza rağmen muhtemelen en bilgisiz olduğumuz konu da dindir. Oysa din; başka hiçbir şeye benzemeyen, insanın hem bu dünyasını hem de ahiret hayatını imar edecek olan, son derece hassas bir konudur. Bu konuda çoğunluğa, kulaktan dolma bilgilere ya da nereden geldiği bilinmeyen kabullere dayanılması mümkün değildir. Allah bize sadece yaşadığımız hayatın değil, inandığımız ve başkalarına anlattığımız dinin de hesabını soracaktır.

Hesap günü Allah’ın huzurunda “Rabbim sen bize bir Kitap gönderdin ama ben vakit bulup da o Kitabı okuyup öğrenemedim, birilerinin anlattıklarına inandım, doğru mu yalan mı bilemedim” diyemez ve bu konuda hiçbir bahanenin ardına gizlenemeyiz. Allah’ın dini, peygamberimizin Allah’tan aldığı ve bizzat uygulayarak örnek olduğu vahiydir. Vahiy, insanlığı karanlıktan aydınlığa çıkartmak ve dosdoğru yolda kılavuzluk etmek için gönderilmiştir. Dolayısıyla Kur’an; biz öldükten sonra değil, yaşarken işimize yarayacak bir hayat kitabıdır. Hayat bulma kitabıdır. Allah’ın rahmeti ile karanlıklardan aydınlığa çıkaran bir kılavuzdur.

Peki, inananlar olarak biz, Kur’an ile nasıl bir ilişki içindeyiz? Açıkçası Kur’an’dan pek haberdar değiliz. Oysa Kur’an ile ilişkimiz, Kur’an’ın ortaya koyduğu gibi olmalıdır. Ancak bunun için Kur’an’ı anlamak üzere okumamız, ayetleri üzerine derin derin düşünerek Kur’an’ın nasıl bir kitap olduğunu ve gönderiliş amacını bilmemiz gerekir.

Toplumun genel uygulamasına baktığımızda Kur’an; evimizin en güzel köşesinde ya da en yüksek yerinde duran bir süs, çoğunlukla korumalı bir kap içinde el değmeden muhafaza edilen bir sembol, bazen kitap halinde bazen de kimi ayetleri çerçeve içinde tablo haline getirilerek duvara asılan bir eşya, bazen çok küçük boyutta arabamızın aynasına ya da çocuğumuzun boynuna astığımız bir koruma, nadide bir nüshası müzayedede satılabilen antika bir eser, gizemli, tılsımlı, yanı başımızda durmasına rağmen kendimizden uzak tuttuğumuz bir kitap haline gelmiştir.

Kur’an ile bu türden bir ilişki içinde olan birinin, Allah’ın âlemlere olan rahmeti sonucu göndermiş olduğu muhteşem ayetlerinden nasiplenmesi mümkün değildir. Esasen Kur’an ile gönderiliş amacına uygun bir ilişki içinde olmamak, Allah’ı gerektiği gibi dikkate almamak demektir.

Fatiha Suresi’ni her okuyuşumuzda Rabbimizden bizi dosdoğru yola iletmesini diliyoruz.1062 Ancak sürekli olarak tekrar ettiğimiz bu duamıza rağmen, dosdoğru yolunun ne olduğunu öğrenmek için âlemlere hidayet rehberi olarak göndermiş olduğu Kur’an’a gerektiği gibi bakmıyoruz. Neyin doğru neyin yanlış olduğu ile ilgili bir kaygı taşımıyoruz. Doğru yola iletilmek için harekete geçmiyoruz. Yerimizden kalkmıyoruz. Üzerimizdeki ölü toprağını atmıyoruz. Hak ile batılı birbirinden ayırmak için çaba harcamıyoruz. Elimizi taşın altına koymuyor ve taşın Allah tarafından kaldırılmasını bekliyoruz. Biz dosdoğru yola iletilmeyi dilemez ve ona göre eyleme geçmezsek, Allah ne için bizi dosdoğru yoluna ulaştıracak? Allah’ın dosdoğru yolu varken başka yollarda yürüyerek, o yola nasıl ulaşacağız? Dosdoğru yolun haritası ve planı elimizdedir. Yapılması gereken şey, Allah’tan gelen talimatları en güzel şekilde takip etmektir.1063 Allah’ın belirlemiş olduğu yolun dışına çıkan ve yaptığı kötü işler kendisine güzel görünen kimseler gibi olmaktan Allah’a sığınmak gerekir.

Emre Dorman