İslam, Hz. Âdem’den, Hz. Muhammed’e kadar gelen tüm nebi ve resullerin beraberlerinde getirmiş oldukları mesajın temsil ettiği inanç sistemidir. “Şüphesiz ki Allah katında din, İslam’dır” ayetinin de ifade ettiği gibi tüm nebi ve resuller, tek inanç sistemi olan İslam’ı getirmişlerdir. Dolayısıyla İslam, insanın varlık sahasına çıkması ve Allah tarafından sorumlu kılınmasıyla eş zamanlıdır. İslam, teslim olmak demektir. Barış, güven,81 samimi/içten, kurtuluş gibi kelimeler de İslam’ın türediği ‘s-l-m’ kökünden türeyen kelimelerdir. Allah’a içtenlikle teslim olmayı, barışı esas almayı, sorumluluk bilinci içinde bir yaşam sürerek hem dünyada hem de ahirette kurtuluşa erişmeyi ifade etmektedir.
Müslüman ise kendi iradesiyle bu teslimiyeti gösteren yani Allah’a teslim olan kişidir. Hz. İbrahim’in teslimiyeti üzerinden örneklendirilen bu ayette olduğu gibi çeşitli türevleri ile birçok ayette söz konusu teslimiyet ifade edilmektedir
Bir başka teslimiyet beyanı ise peygamberimiz Hz. Muhammed üzerinden verilmekte, hem kendisinin hem de onunla birlikte inananların tüm varlıkları ile Allah’a teslim olduklarını ifade etmekte, daha önce kendilerine kitap verilmiş olanları ve ilahi mesajdan habersiz olanları da aynı şekilde teslimiyete davet etmektedir.
İslam, Allah’ın insanlık üzerindeki en büyük nimetlerinden biridir. Allah’ın razı olacağı ve kulun gerçek anlamda tatmin bulacağı tek inanç sistemidir. Bizzat Allah tarafından insanlığa indirilmiş ve Kur’an vahyi ile tamamlanmış, insanlar için din olarak da bizzat Allah tarafından seçilip benimsenmiştir.
Kur’an’a göre Allah tarafından insanlar arasından seçilmiş olan tüm elçiler ve onlarla birlikte inananlar sadece Müslümandırlar. Önüne, arkasına başka bir ek ya da sıfat almaksızın sadece Müslüman. Allah, tıpkı atamız Hz. İbrahim’in inanç sisteminde olduğu gibi inananlara dinde herhangi bir zorluk yüklememiş, daha önceki vahiylerde de Kur’an vahyinde de inananları Müslüman ismi ile anmış ve bu şekilde her türlü ayrılık ve farklı isimlendirmelerin yolunu kapatmıştır.
Bu gerçeğe rağmen Müslümanların önemli bir kısmı kendilerini bu şerefli tanımlama ile anmayı yeterli bulmamış, herkes kendi anlayış ve görüşüne uygun kişilerle farklı gruplara ayrılmıştır. İslam’da hiç yeri olmamasına rağmen mezhepsel ayrılıklar yetmezmiş gibi bir de cemaat, grup, tarikat, görüş, vakıf ve dernek başlıkları altında ayrışmalara gidilmiştir. Hatta sadece Allah’a has kılınarak yerine getirilmesi gerekli olan namaz gibi bir ibadeti yerine getirmek için dahi söz konusu gruplara ait camiler, mescitler ve kendi görüşünden imamlar ile ayrılığa düşülmüştür. Oysa Kur’an’da dinlerini parça parça edip çeşitli gruplara ayrılanlarla dosdoğru bir yol ve inanç üzerinde olanların bir ilişkisi olamayacağı açık bir biçimde haber verilmiştir.
Emre Dorman