Arapça “rvh” kökünden gelen ve “gitmek, hava rüzgârlı olmak, ferah ve rahatlık duymak” gibi anlamlara gelen ruh, “canlılarda hayatı sağlayan unsur” olarak tanımlanmaktadır. Zaman zaman “nefs” kelimesiyle eş anlamlı olarak kullananlar olduğu gibi, ikisi arasında ayırım yapıp farklı anlamda olduğunu söyleyenler de mevcuttur. Çoğulu “ervâh”tır. Ruh denilince, insanın algılayan, bilen, idrak ve irade gibi niteliklere sahip olan yönü2 ve insanın kişiliğini oluşturan özelliklerinin tamamı akla gelmektedir.
Ruhun varlığına ilişkin Kur’an ve Sünnet’te geçen ifadelere ek olarak, insanın doğumundan ölümüne kadar, bedenin sürekli değişmesine karşılık, benlik şuurunun değişikliğe uğramadan kalması, bedenden farklı bir unsurun varlığını gösterir. Ayrıca varlıkları algılama, bilgi üretme ve Allah’a inanıp itaat etme kabiliyetinin yalnızca insanda bulunması da, insanın diğer canlılardan farklı bir özelliğe sahip olmasını gerektirir. Ayrıca ruh, soyut ve latif bir varlık olması sebebiyle göremesek de, onun varlığının emârelerini görebilmekteyiz ki en açık karînesi, bedene hayat vermesidirNasslar ve bunların yorumlarından hareketle ruh, bedenin suretine giren, süratle hareket eden ve uzun mesafeleri kolayca alan, ancak bedenden bağımsız, insanın bilişsel yönünü idare eden nuranî ve latif bir cevher olarak nitelenmişse de, yine de ruhun mahiyetiyle ilgili görüşler birbirinden farklılık arzetmektedir.
Ruh kelimesi farklı pek çok anlamda kullanılmıştır. İnsanın, canlılık ve benliğini ifade eden bir kavram olarak, “Sana ruh hakkında soruyorlar. De ki: Ruh rabbimin emrindendir (O’nun bileceği bir şeydir). Size pek az ilim verilmiştir.” buyurulur. Buradan hareketle, bazı düşünürler ruhun Allah’ın emrinden olması sebebiyle gaybî olduğunu ve bilinemeyeceğini ileri sürmüşlerdir. Nitekim ruhun mahiyeti meselesi asırlardır pek çok düşünürün zihnini meşgul etmişse de halen herkesi ikna edecek bir açıklama yapılamamıştır. Diğer âlimler ise ruhu, bedene bürünen ve duyularla algılanamayan soyut varlık, bedenin bütününe yayılan soyut cevher; latif, ruhanî ve semavî bir cisim olup gül suyunun, gülün maddesine yayıldığı gibi bedene yayılmıştır; bedenin canlı olmasını sağlayan araz şeklinde tarif etmeye çalışmışlardır.