Sihir günah mı? Büyü yapmak günah mı? İslam’da sihir ve büyü nedir?

Arapça bir kelime olan sihir, çoğu kelâm âliminin de kabul ettiği şekliyle “aslı olmayan bir şeyi istemek ve hayal ettirmek” anlamına gelir. Türkçe’de çoğu kere büyü kelimesiyle aynı anlamda kullanılan sihir, el çabukluğu, süslü sözler ve göz boyama teknikleriyle bir şeyi olduğundan farklı gösterip insanları aldatma davranışlarının bütününü ifade etmek için kullanılan bir terimdir

Sihir, kehanette olduğu gibi, bazı cin ve şeytanlardan yardım alma yoluyla değil, aksine doğrudan el çabukluğu ya da değişik yanıltıcı tekniklerle gerçekleştirilir, semavî yardımcılara başvurmadan doğrudan etkide bulunma sanatı olarak bilinir.60 Sihir ve büyü tarih boyunca bilenen yöntemlerden biri olup, pek çok topluluk ve uygarlıkta izlerine rastlamak mümkündür. Hakkı bâtıl gösterip insanları yanıltma şeklindeki özelliği sebebiyle semavî dinler tarafından yasaklanmış olsa da, İslâm coğrafyası da dahil pek çok ülkede hâlâ varlığını sürdürmekte ve ilgiyle karşılanmaya devam etmektedir.

Dünya genelinde çocuklara hitap eden çizgi filmlerden tutun son yıllarda vizyona giren popüler büyü ve sihir temalı filmler insanların ilgisini çekmiş, sihir ve büyüyü yeniden gündemlerine taşımış, sıradanlaştırmış ve gerektiğinde başvurulabilecek ve hayatı kolaylaştırabilecek bir olgu olarak sunulmuştur.

Sihrin özü, sebebi insanlarca bilinmeyen birtakım gizli teknik ve hilelere dayanmaktadır.61 Sihirbaz, sebebi gizli birtakım hilelerle veya el mârifetiyle, bir şeyi olduğunun aksine göstermeye çalışmakta ve insanları yanıltmaktadır. İnsanlar gerçekleşen olayın, hakiki sebebini bilmedikleri için hakikatin hilâfına gerçekleşen olayı gerçek zannetmekte ve sihirbazlarda olağanüstü bir güç vehmetmektedirler. Dolayısıyla sihrin mahiyetinde ince ve gizli sebep (ya da hile), dış görünüşünde kötü niyet ve hile bulunan ve dinî örfte sebebi gizli olmakla birlikte, gerçeğin zıddına tahayyül olunan, gözbağcılık, yaldızcılık, şarlatanlık, hilekârlık tarzında cereyan eden herhangi bir şey demektir.

Bir şeyi hakikatinin dışında gösterme, saptırma, insanları yanıltma ve hakkı bâtıl gösterme özellikleri sebebiyle insanı şeytana yaklaştıracak şeyler arasında zikredilmiş ve bazıları sihri öğrenme ve öğretmeyi haram olarak değerlendirmişlerdir.63 Türkçe’de sihirle büyü arasında bir ayırım yapılmamakta çoğu kere birbiriyle eş anlamlı olarak kullanılmakta görülmekte, sihir ve büyü faaliyetleri iç içe yürütülmektedir. Zaten sihir faaliyetlerinde birtakım büyü uygulamalarına başvurulduğu eskiden beri bilinmektedir. Ancak büyü, sihrin gerçekleştirilmesinde başvurulan yöntemlerden sadece biridir ve sihir, büyüden daha kapsamlı bir anlama sahiptir denilebilir.

Bilindiği üzere Kur’an’ın nâzil olduğu Câhiliye toplumunda büyü ve sihir uygulamaları son derece yaygındı. Kâhinler, sihirbazlar ve büyücüler onların nazarında önemli kişilerdi. Önemli işlerinde mutlaka bir kâhine başvurur, onun yönlendirmesine göre o işe başlar veya terkederlerdi. Cincilik, kehanet, yıldızlara bakmak, küçük kareler çizip içlerine harf veya sayı yazmak, düğüm atmak ve üflemek gibi yollarla büyü yapmak onlar için âdeta gündelik hayatlarının bir parçasıydı.

Diğer taraftan onlar büyücü ve kâhinlerin hayatları üzerindeki etkisine inanır, onlardan korkup çekinirlerdi. Kur’an, onların bu durumlarını gündeme getirmiş, sihir ve büyü uygulamalarına şiddetle karşı çıkmış, büyücülüğü büyük günahlar arasında saymış, sihir ve sihir kökünden kullanılan kavramlara açıkça referansta bulunmak suretiyle sihir ve büyüyü kesin bir şekilde reddetmiştir.

Hz. Mûsâ’nın sihirbazlarla olan mücadelesinden bahseden âyetler65 bu türden uygulamaların pek çok kültür ve uygarlıkta var olduğunu gösterdiği gibi, Câhiliye toplumunun Hz. Peygamber ve onun getirdiği dinin başarısını “sihir” olarak nitemeleri de66 onlar arasında sihrin ne derece yaygın olduğunu ve Kur’an’ın açık yasağına rağmen yine de sihre sığındıklarını göstermesi açısından oldukça dikkat çekicidir.

Kur’an, sihir olgusuna daha çok peygamberlere yöneltilen bu ithamlar sadedinde temas etmiş ve peygamberlerin sihirbaz ve sihirden etkilenmedikleri açıkça ifade edilerek67 onların bu ithamlarının asılsızlığı ortaya konulmuştur. Benzer ithamlar Hz. Peygamber’e yönelik olarak da yapılmış, Kur’an bunlardan da söz etmiş ve bu iddiaları şiddetle reddetmiştir.

Sihrin pek çok türü ve çeşidi bulunması sebebiyle, herkesin üzerinde uzlaşabileceği bir tanım yapabilmek oldukça güçtür. Bununla birlikte öne çıkan bazı özellikleri dikkate alınarak yukarıda da bir kısmını zikrettiğimiz tanımlar yapılmıştır. Ancak bütün bu anlatılanlardan hareketle sihrin öne çıkan özelliği “bir şeyi olduğunun aksine göstermek ve insanları yanıltma ve aldatma olduğu” söylenebilir. Hem yapılan tanımlarda hem de Kur’an’da sihir ve büyüden olumsuz niteliklerle söz edilmesi ve daha çok da yanıltma ve aldatma gibi özelliklerinin öne çıkması sebebiyle, onun bir hakikati olup olmadığı konusunda farklı düşünceler mevcuttur.

Kelâm âlimleri sihir ve büyü yapmayı meşru görmeseler de onun bir gerçekliğinin olup olmadığı konusunda farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir. Mûtezile’nin başı çektiği bazı âlimler, sihir ve büyüye herhangi bir gerçeklik atfetmemekte, aksine onu gözbağı, yalan, aldatma ve hileden ibaret görmektedirler. Onlara göre hiçbir sihirbazın olağanüstü bir şey ortaya koyabilmesi, bir şeyin aslını değiştirebilmesi ve diğer insanların yapmaktan âciz kalabileceği bazı hârikulâdelikler sergilemesi mümkün değildir.69 Bu âlimlere göre, sihrin hiçbir hakikati mevcut olmayıp, hile ve aldatmacadan ibarettir. Mûtezile, hakikati olmayan bir şeyin nasıl olup da meydana gelebildiğini ise, sihirbazların el çabukluğu ve el becerileriyle insanları yanıltma yeteneklerine bağlamaktadır.

Ancak Kelâm âlimlerinin çoğunluğu ise, sihir ve büyünün dinimizce yasaklanmış olsa da, onun bir gerçekliğinin olduğunu kabul edip insanlar üzerinde etkili olabileceğini ifade ederler. Bazı kaynaklarımızda yer alan

“Sihir haktır.”71 ifadesi, onun dinimizce meşru oluşunu göstermeyip, aksine bir hakikatinin bulunduğuna işaret etmektedir. Sihir bir olgu olarak gerçek olsa da dinimizce yasaklanmıştır. Kitap ve Sünnet’in zâhirinin de, sihrin bir gerçekliğinin olduğuna delâlet ettiği ifade edilmiştir. Ancak sihrin insanlar üzerinde etkili olup olmadığı ve etkiliyse etki derecesinin ne olduğu konusunda ittifak yoktur.

Bazıları sihrin eşya üzerinde etkili olduğunu ve eşyanın tabiatını değiştirebileceğini, insanı bir hayvana dönüştürebileceğini iddia ederken, diğerlerine göre ise sihir, bir hayal ürünüdür ve insanlara sadece öyle olduğu hayal ettirilmektedir. Gerçekle bir ilgisi yoktur, tıpkı hayal edilen bir şeyin, gerçeğinin aksine görünmesi gibi bir göz yanılmasıdır.72 Bu sebeple de sihir ve büyünün fâsık ve günahkâr kimselerin elinde meydana geldiği ve cenâbet halinde gerçekleştirilirse çok daha etkili olacağı ifade edilmiştir.

Kelâm âlimleri tarafından “belli tekniklere başvurarak hârikulâde işler meydana getirme”  olarak tanımlanan sihir, imkân bakımından Allah’ın sevdiği kullarında görülen keramet kavramına kıyaslanmıştır. Bir velide kerametin ortaya çıkması nasıl mümkünse, sihir de öyle mümkündür. Sihirbazın bunu istemesi durumunda Allah’ın da bunu yaratması aklen de mümkündür ve sihir ve büyünün imkânını reddetmek için hiçbir aklî delil bulunmamaktadır.

Kur’an’da Hârût ve Mârût ile ilgili anlatılanlar, sihrin hakikat ve vukuunu temellendirme noktasında referans olarak kullanılmaktadır. Kur’an bu olayı, Hz. Süleyman’a yöneltilen sihir ithamına cevap verirken yer vermektedir. Âyette sihir ve büyü, şeytanlara nispet edilmekte ve onların bu ilmi Bâbil’de Hârût ve Mârût isimli iki şahsa öğrettikleri aktarılmaktadır.

Sihir genel olarak semavî güçlerden yardım almadan el çabukluğu vb. bazı tekniklerle icra edilse de, burada şeytanlara nispet edilmekte ve sihirden öğrenilebilmesi ve öğretilebilmesi mümkün olan bir olgu olarak söz edilmektedir.77 Kur’an’ın burada sihirle ilişkili olarak vurguladığı bir başka gerçek de, sihirle insanlara zarar vermenin amaçlandığı ancak Allah’ın izni olmadıkça şeytan ve sihirbazların kimseye hiçbir zarar veremeyecekleridir.

Her ne kadar âyette sihirden öğrenipöğretilebilecek bir olay ve karı kocayı bir birinden ayıralabilecek etkisinden söz edilmesi sebebiyle bazı kelâm âlimleri, sihrin hakikati olduğuna hükmetse de,78 aynı eylem ve sonuçların herhangi bir kurala bağlı olmayan tekniklerle meydana getirilebileceği ve yapılan işin bir küfür olarak nitelendirilmesi, onun hakikati olmayan bâtıl bir inanç oluşunu göstermektedir. Onun insanlar üzerinde bıraktığı düşünülen etki ise, bir hakikatinin olmasından dolayı değil aksine bazı aldatma tekniklerini öngörmesi sebebiyle psikolojiktir.

Sihrin hakikatinin mevcudiyetine delil olarak kullanılan diğer âyetler ise Felâk sûresinde geçmektedir. Bu âyetlerde sözü edilen sihir ve büyü türü, düğümlere üflemek suretiyle icra edilmektedir. Bu âyetlerde “üfürükçüler” anlamına da gelebilecek olan neffâsât kelimesi geçmektedir. Kur’an bunların şerrinden ve kötülüğünden Allah’a sığınılmasını istemektedir. Türkçe’de buna efsun da denilmektedir.

Hz. Peygamber döneminde okudukları duaları ellerindeki ipliklere üfleyip düğüm atan ve bu suretle büyü yapan kişiler vardı ve âyet onların yaptıkları bu işin kötülüğünü ve onların kötülüklerinden Allah’a sığınmak gerektiğini ifade etmektedir.80 Bazı müfessirler, bu sûrenin sihrin hakikatinin bulunmadığı şeklindeki Mûtezile görüşünü geçersiz kıldığını81 ifade etmekte ve sûrenin Hz. Peygamber’e büyü yapılması üzerine nâzil olduğunu ifade etmektedirler. Hz. Peygamber’e büyü yapıldığı şeklindeki rivayet hadis olarak nakledilmiş ve kelâm kaynakları tarafından da aktarılmış olsa da, bu rivayetlerin âhâd oluşu bir tarafa peygamberlerin korunmuşluğu anlamına gelen “ismet” sıfatıyla da bağdaşmamaktadır.

Pek çok kelâm âlimi sihrin hakikati olduğunu kabul ettikleri gibi bu rivayetleri de sahih kabul etmektedir. Peygamberlere sihir yapılmışsa da, peygamberler tebliğle ilgili konularda her türlü hatadan korunmuş olduklarından bu sihirden etkilenmemişlerdir. Aksi takdirde Hz. Peygamber’e sihir yapıldığını ve Hz. Peygamber’in de bundan etkilendiğini kabul etmek, onların vazifeli oldukları nübüvvet görevinin de zarar görmesine yol açacaktır.

Diğer taraftan sihirbazların Hz. Peygamber’e sihir yaptıklarını kabul etmek, onların bütün peygamberlere de sihir yapabileceklerini kabul etmek anlamına gelir ki, bu, onların çok büyük bir güce ve kudrete sahip olmaları anlamına gelir. Sihirbazların peygamberlere zarar vermesi onların güçleri dahilinde değildir ve onların peygamberleri etkileyecek güçleri yoktur.

Peygamberler vazifeleri gereği ismet sıfatı ile korunmuşlardır, cinlerin ve şeytanların her türlü etkisinden uzaktırlar. Müşriklerin Hz. Peygamber’e yönelttikleri sihirbaz ithamı, Kur’an tarafından kesin bir dille reddedilerek86 peygamberlerin hiçbir şekilde sihir ve büyünün etkisi altında olmadıkları açıkça ifade edilmiştir. Hz. Peygamber gibi, önceki peygamberler de sihrin etkisinden korunmuş ve onlara yöneltilen bu yöndeki ithamlar da reddedilmiştir.

Yukarıda ifade edildiği üzere, sihrin imkânını keramet kavramına kıyaslayarak temellendiren bazı âlimler, sihrin ancak fâsık ve kötü niyetli insanlardan meydana gelebileceğini ve dolayısıyla Allah’ın sevdiği kullarında meydana gelen kerametten farklı olduğunu ifade ederler. Çünkü fâsık ve günahkâr insanlarda keramet gerçekleşmez. Zira günahkâr ve fıskı açık olan insanların velâyeti düşünülemez.

Sihir ve büyü ile kötü niyetli ve fâsık insanların uğraşması, insanları aldatma, yanıltma ve onlara zarar verme amacı taşıması sebebiyle dinimizce kesinlikle yasaklanmıştır. Sihir ve büyü işiyle uğraşan insanların küfre girdiği dile getirilmiş ve bundan vazgeçip tövbe etmeye çağrılması gerektiği ifade edilmiştir.

Sihir ve büyü, birtakım yanıltma teknikleriyle insanlarda olağanüstü güç vehmine yol açmaktadır. Bu türden uygulamalar, insanları yanıltma ve aldatmayı, karıkoca arasını ayırmayı hedefleyen zararlı, şeytan işi ve ahlâk dışı davranışlardır. Çünkü sihir ve büyü de Allah’ın irade ve kudreti üstünde olağanüstü işler başarılabileceği iddiası mevcuttur. Geçmişteki bazı uygulamalarına bakıldığında da, bazı topluluklarda sihirbaz ve büyücülere, peygamberlere atfedilen değerden daha fazla değer atfedildiği görülmektedir. Büyücülerin her şeyi bildiği, başaramayacakları şeylerin bulunmadığı şeklindeki inançlar İslâm’a ters düşmektedir. Bu sebeple bazı düşünürler büyünün hiçbir gerçekliğinin olmadığı ve aldatmacadan ibaret olduğu düşüncesiyle tamamıyla reddetmişlerdir.

Ayrıca sihirbaz ve büyücülere atfedilen bu değer ve olağanüstü güç, İslâm başta olmak üzere bütün dinlerin ortak özelliği olan “tevhit” inancıyla da çelişmektedir. Hadislerde fal ve kehanet gibi, sihir de helâk edici günahlar arasında sayılmış91 ve yasaklanmıştır. Aynı şekilde sonuçları itibariyle inkâra götürücü davranışlar arasında görüldüğü için irtidat (dinden dönme) suçuna denk tutulmuştur.92 Günümüzde sihir ve büyü daha çok menfaat kökenli faaliyetler olarak gündemde yer almakta, maddî çıkar temininin aracı olarak görülmekte, türlü hile ve tekniklerle insanlar aldatılmaktadır.